Bu Blogda Ara

17 Nisan 2016 Pazar

Bir Soru Bir Cevap





Güleni ağlatan
Sevgiyi alıp süpüren
Ağlatarak bitiren
Uçuruma iten
Yakıp yıkan kül eden
Doğru yolda olanı yolda çıkaran
Söyleyin sizce nedir
Bilin ne olduğunu öğrenin
Kapınızı ona kapatın
Yanına sakın hiç yanaşmayın
Mehmet Aluç-Kul Mehmet

1-

Gülenlerden Olmak İstiyoruz



İşte geldik gidiyoruz
Ne haldeyiz hiç bilmiyoruz
Ağlıyoruz hiç gülmüyoruz
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Beyaz defteri karayla doldurduk
Arayıp kendimizi mi bulduk
Dostu ararken yollarda kaybolduk
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Seher yeli gibi esmedik
Hep gürledik kükredik
Tatlı bir söz mü söyledik
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Bahar çiçekleri gibi açmadık
Solan çiçekler gibi solduk
Arayıp yolumuzu mu bulduk
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Kapıyı açıp buyur mu ettik
Tebessüm ettik güldük mü?
Ağlayanın gözünü mü sildik
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Yalnız başımıza kaldık
Neyi bulduksa kendimiz aldık
Derdi olanın yanında durmadık
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Gönül penceremize perde çektik
Merhameti gömdük bitirdik
Yüzümüze gülümseyeni terk ettik
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Halimiz gördüler güldüler
Bize sırıtıp gülerken öldürdüler
Birbirimizi ayrı yollara çektiler
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Tüm kazancın senindir dediler
Sadak verme malın biter dediler
Faiz ile hayat devam eder dediler
Belden aşağı vurdu yedirdiler
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Etrafımızı çevirdiler gidin diyemedik
Kapımızı açtık buyur ettik
Ağlattılar yok ettiler görmedik
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Açgözlünün davulunu çaldık
Zurna ile birde peşrev çektik
Ondan beter olduk hiç gülmedik
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Bu nasıl bir insanlığa ihanet
Hiç kalmamış bizde merhamet
Cümle canlar değil mi bize emanet
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz

Kul Mehmet’im yeter gerisi kalsın
Yüzümüze melekler söyleyin nasıl baksın
Kaçacak mezardan başka yerimiz yok
Söyleyin bu yüzsüzlüğümüz nereye kaçsın
Bu halimizle yaşarken söyleyin nasıl
Gülenlerden olmak istiyoruz
Mehmet Aluç-Kul Mehmet-










Bilge Kişi Ve İnsan-3- Özgürlüğü Arayan İnsanın Kendisi İle Buluşması

        
 
-Daha önce baktığın için göremedin ve buralara kadar geldin ve bana sorular soruyorsun.
-…
-Nedense bugün hep haklı çıkıyorsun! Ben ise hep yanılan ve şaşıran çıkıyorum!
-Bunu bilmekte erdemdir, tebrik ederim!
-İşte günün, ilk haklı çıkışım bu galiba!
-Bak ilerde akan küçük bir pınar var istersen git elini ve yüzünü yıka kendine gel, daha sonra konuşuruz.
İlerde akan şırıl, şırıl akan pınara doğru ilerlemeye başlarken yüzünde tebessümler çiçek açıyordu. Düşünceleri ile boğuşması sona ermiş huzura kavuşmuştu. Aklındakiduman, duman olan sisten bulutlar dağılmış, hakikatlerin gerçekleşme cesareti ile karşılaşmanın mutluğundan olsa gerek hafiften gülmeye başlamıştı bile. Bir zindan gibi olan yaşadıklarında merhametten eser olmayan bir anlayışla hicap duymadan gönül sazında aradığı perdeyi nağmeyi aramak yerine boş ve abes işlerle uğraşmanın pişmanlığı yüzünden belli oluyor ve bu pişmanlığın belirtisi olan alın teri alnından boncuk, boncuk yüreğine damlayarak yere dökülüyordu berrak ve tertemiz yere ve toprağa karışıyordu. Tıpkı aç aman bilmez misali idi bu yaşananlar. Hayatın, anlamsız ve manalarla dolu atmosferinde bir an önce kurtulup bu manasızlıkla dolu olan yaşamı zorlaştıran düşüncelerden kurtulup, mana dolu olarak; hayatta anlam ve ifade katan, hayatı anlamlı kılan hayal kırıklıklarını sevince dönüştüren hayal kırıklığına uğratmayan, yaşanabilirlik katan manalarını anlatan, manalarla bürünmüş olarak geri dönmenin arzusu ile huzur bularak ilerdeki çeşmeden bir avuç su alarak yüzünü yıkamaya başladı.
Gökyüzü masmavi; cömert gönül yapıcı, bulutlar; bembeyaz küçük narin adımlarla gezintide, istekli görüntüsü içinde; sakinleşmiş gönül rahatlığı ve huzuru sunmaya hazır,  samimi görüntüsü eşliğinde gökyüzünün maviliği ile nazlı, nazlı uyum içinde dolaşıyordu. 
Kabul görünen, reddedilmeyen beğenilen hoşa giden bu mana ve anlam yüklü gökyüzü ve bulutların bilinen yüzüne aşina olan onlarca ağaçlar, çimenler yemyeşil, ilerde otlayan kuzular; sessizliğin ve huzurun hâkim olduğu hoşnutluğa ayak uydurarak otlanmakla meşgullerdi. İlerde şirin küçük bir ev; kutlu saadetli bahtiyar mutlu görüntüsü içinde,  yaşayanları ve yaşantıları yükselten vasıfları donamış hazır hale gelmiş,  boş içinde mutlu şen seçkin mümtaz insanların gelerek yaşamasını, bekleyen mahzun ama keyif ve sevinç sarhoşluğu görüntüsünde; yumuşak kalpli yufka yürekli, hisli yolcusunu bekleyen hancı gibi bekliyordu. 
Ağaçlar rüzgârın lirik ılık esen coşkusu içinde dallarını özgürce; gaye ve beklenti zenginliğine engel tanımayan edası içinde usulca gayretli olarak sallandırıyordu. Kuşlar; uçmalarında gerekli olan salahiyeti eşsiz güzellikte özgürlükte sınır tanımayan gökyüzünde süzülerek uçuyorlardı. İlerde bir ağaç dibine oturmuş genç kız neşe ve mutluluk elbisesine bürünmüş bu manzarayı, parıltılı şen gözlerle gönül rahatlığı içinde seyrederken, nereden nasılda aklına neden nerden geldiği belli olmayan ve şimdi sırası mı idi düşüncesi içinde suratı bir anda alıngan bir eda ile mahzunlaştı.
 
 Rüzgâr; hayatımızda, yaşamımızda bazen sert, bazen tatlı, bazen hafiften esen rüzgârlar; ihtiras, tutku, endişe, avuntu, gelecekten gelmiş bir haberci gibi esen rüzgârlar. Saygıdeğer bezen'de cömertçe, baş eğmez dirençli olan bezende hayret uyandıran, gönül kırıcı bezende teselli verecekmiş gibi esen rüzgârlar. Burada ihtiras rüzgârında bahsedelim isterseniz. Aydınlık, aydınlık verici olarak hayatımızı ve yaşamımızı idame ederken; gösterişsiz heybetlikten uzak olduğumuzu gösteren içli, samimi; gönül insanı olmak için yolumuza devam ederken; bu çetin, yırtıcı muammalarla bezenmiş yolda, sakinleşmiş gönül rahatlığı içinde yürürken tek başımıza olmadığımızı kendimize ve topluma, ailemize olan sosyal sorumluluğumuz bilincinde olmalıyız. 
 
Bu topluma veya tüm insanlara; saygı duyulan, sağlam kişilikli, ender insanlar olduğu düşüncesi içinde olgun hareketler ve düşünceler içinde olmalıyız. Etrafımda esen sert rüzgârlara kapılarak karşımızdakini dinlemeden kendimize verdiğimiz değerden daha aşağı değer vererek değil de, daha yüksek değer vererek; içtenlikle apak yıkanmış gönül gözümüzle tartmalıyız ki; toplumda saygınlığı hak ettiğini, imrenilecek güzellikte, erdemli olduğunu görmeli, hissetmeli. İhtiras rüzgârı esmeden bu rüzgâra kapılmadan önce bilmeliyiz ki ihtiras; gözleri kör eden, insan ilişkilerini ve toplumu bitiren, öldüren;  önündeki derin çıkılması mümkün olmayan çukuru görmeye engel olan genelde patlamaya hazır bir güç veya sonu olmayan akıntıya kapılası bir duygudur ihtiras. 
 
Bu iradeye" yani ihtiras rüzgârına kapılmış" sahibi olmak duyarsız başıboş, vurdumduymaz yırtıcı bir kuş gibi uçarak etrafına zarar vermek sendeki değerleri yok ederek; sert uçarcasına esen rüzgârdan ve yağan yağmurda kaçan düşmemek için olağan üstü gayret sarf edenler; seni sığınılacakmış bir liman gibi çekici ve cazip görenler, gönül insanı olduğunu sergileyen görüntüne aldanarak sana yaklaşınca batmakta olan çamur deryasında olmanı ve bedenini saran ihtiras duygusunun çıplak bir şekilde görmeleri ve en acısı, en kederlisi de baltaya sap olmamış sap gibi; ahenksiz uzlaşmasız tavırla durmak olsa gerek. Söz söylenecek ve söylenecek sözün değer görülmediği, vurdumduymaz, duyarsız olmak bezenmiş olan ihtiras rüzgârına kapılmadan; olgun, mütevazı, kucaklayan farklı olduğumuzu hissettirecek; tüm kötülüklerden arınmış temiz pak, yılmaz irade sahibi yol gösterici sağlam kişilikli olmak en güzeli ve en alasıdır yani alüyyül ala' dır.
Basiretimizi bağlayan toplumu yok eden yaşanmazlık katan bu ihtiraslarımızdan uzak durmak gerekir. Bariz olanı görmek; bir durum muhasebesi yapmalıyız en başında. Bıkkınlığa usanmış yaşama sevincini umudunu yitirmişliğe sahip olmak, cehaletin havuzunda yıkanmakla eş değerdir ihtiras. Öz esas maya, bakış açısı. Zekâ, bilgi kavrayış nimetleri ile bize sunulan düşüncelerimizi ve düşünceleri yok etmek yerine saygı duyarak, erdemli olarak karşımızdaki insanı dinleyerek değer vererek yaşamalı ve bu yaşamda gönül huzuru, bolluk bereketle fışkıran toprağımızdaki hazineleri paylaşarak" hakimane" irade içinde yaşantımıza yön vermeliyiz.
Dünya hepimizin dünyası, hepimiz; üstünlük sağlamadan bu yaşamda taraf olmadan üzgünlük gam ve kederi yok eden özgür olan düşüncelere karşı cömert alçak gönüllü, olarak akarsak sadece" kendi düşüncelerimizi" -despotça- hazince; sonunda heder olacak bir güçle kabul ettirmeye çalışırsan hengâm'a'' "seslerin birbirine karışmasına"  neden olan zamanda, mevsimde yaşamaya benzer ki kimin ne söylediği anlaşılmadığı gibi kavga ve gürültü ile de bu zorbalıkla devam etmez ve devam etmesini beklemekte aptallıktan başka bir şey değildir.
Hisler ve duyuşlar; çok önemlidir insan hayatında ve yaşamında. Bunları duymakta daha da çok, çok önemlidir. Iskarta ve ızdırap dolu bir yöne götüren kulakla, bir duyuşla ve hissiyatla değil, ihya edici, inayetli bir duyuşla, hislerle duymalıyız ki bu duyuşları ve hisleri; toplumda, yaşamda"inkişaf"halinde olmalı ve çekirdek gibi gelişmeye geliştirmeye müsait olan kabiliyetle hissiyatla duymak gerekir ki; toplumda huzur mutluluk, gelecekteki tedirginlik son bulsun yaşam ve hayat latiflik ve hoşlukla ihya edilmiş manidar olarak devam etsin. 
Hem bunu" idame" ettirmede engel olacak olanlar; buna engel olacağı kabiliyetine sahip olduğunu düşüncesinde olanlar ve bu güzellikleri yalnızca kendisine has veya kendi düşüncesi içinde eriterek başka anlamsızlıklar katarak empoze etmek gafletinde bulunanlar bu "Hisler ve duyuşları" mikro derecede görenler, toplum tarafında bir anda kendini bela ve felakete götürecek olan " muhteşemlikle bezenmiş saf arı, naziklik ve zarafetle ve incelikle bezenmiş"- tokat-ı ile uyanmamacasına yok olacaklardır. 
Bunu iyi bilsinler ve bir yere not etsinler veya silinmez mürekkeple yazsınlar; akıllarına yazsınlar diyeceğim olmaz çünkü- akıllarında kırk tilki dolaşıyor ve bu kırk tilkinin kuyrukları birbirine değmesin diye uğraş içinde oldukları - için not alsınlar diyorum. Bırakın bunları düşünmeyi kırk tilki bir arada yaşarsa muhakkak ki kuyrukları birbirine değecek. Çok kurnaz oldukları için midir nedir tilkinin kuyruklarında, kuyruk değil de sanki başka bir şey takılı olabilirmiş düşüncesi ile bu kuyruklarla uğraşıyorlar galiba zannımca. Açın tıkalı kulaklarınızı bre gafiller niye sucusun, bucusun, ilericiyim, dar görüşlüsün veya İzemlerle uğraşıyorsun ?"Âlemlerin rabbi olan sonsuz kerem ve kudret sahibi olan Allah "insanın düşünce ve yaşam özgürlüğünü serbest- bırakmışken iyi ve kötü olan yolu, ışık gibi gözler önüne sermiş iken ve bu iyi ve kötüyü seçmede insanları özgür bırakmış iken- ,benimki daha iyi diye neden uğraşıyorsun? Dostça yol alarak düşüncelerinizi özgürce; aydınlık olan bu yolda, paylaşarak iyi ve kötüyü bularak ve seçmeye müdahale-özgürlüğe ve özgür iradeye müdahale- etmeden, doğru olanı kabullenin olsun bitsin. Bu çok kolay ve anlaşılır olandır. Dünya malında gözü olmayan kanaatkâr olanla, yola dostça çıkıp; tilki gibi kurnazım diyerek düşünürsen sakın ha böyle bir düşüncede olma, ava giderken avlanırsın. Dünya yeryüzü geniş korkma dolaş geniş olduğunu görürsün.
Hikâyemize devam edelim. Pınardan elini yüzünü yıkadıktan sonra tam kalkmak üzere iken arkasında duran genç kızı görünce irkilerek.
-Allah!!
Diye bağırarak kenara çekildi.
Genç bir kız yirmiyaşlarında, başıörtülü, şalvarlı zayıf esmer karakaşlı kara üzüm gözlü, bir güzeller güzeli genç kız elinde testi bekler görünce. Yine hayretler içinde.
-Bugün bu kaçıncı hayret edişim bende unuttum!
Diye söylenirken genç kız kendisini hayretler içinde baktığını görünce
- Sende kimsin? Burada ne arıyorsun?
İçinden bu bugün sorduğum kaçıncı soru diye geçirirken genç kız
-Benim ismim nefise, sizi biraz önce kendi kendinize konuşur iken gördüm ve sizi izliyordum!
İnsan şaşkın bir ses tonu ile
Mehmet Aluç-Kul Mehmet

16 Nisan 2016 Cumartesi

Hakkın Sesini İşitirsin



Gözlerimizi açmadan önümüze bakıyoruz
Dere tepe yuvalanıp yaralarımızı sarmıyoruz
Adım atmadan yürümeden adımlarımızı sayıyoruz
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Sırıtarak güldüğümüzü sanıyoruz
Yalan dolanla takla atarak kendimizi kandırıyoruz
Doğru yol diye yanlış yolda uçurumlarda parçalanıyoruz
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Samimiyetle gülen olsa işte bu delidir diyoruz
Hakka giden yolda hakka yürümüyoruz
Dünya bizim olacak diye onu kucaklıyoruz
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Yürümeyiz dünya üzerinde hakka, yürüyerek oh çok şükür demeyiz
Helal kazanç var iken dikkat etmez ne gelirse yeriz
Nefis şeytan dünya malı ile bu ömrü bitirir gideriz
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Haktan gayrı hiçbir yol güldürtmez
Nefis şeytan dünya ile malı insanı hak yolda yürütmez
Gönlünde hak ile iman olmayan kul hakkın sözünü söylemez
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Hakkın sesi gelmez dinle uzak diyarlardan
Aç bak gönlün içini bak âleme gönül bağından
Hakkı hakkın sesini işitirsin kulağını dayarsan
Seslenir Yüce Rahman her an her zaman bu dünyadan
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Bu bedeni yeşerecek bir toprak yap
İçine biraz tevhitten birkaç tohum at
Kalacağın evden başka yapma bina kat
İhtiyacı olana ver ahirette cennette yat
İşte o zaman seven insan olur her şeyi biliriz gönülleri sararız yoksa
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz

Kul Mehmet’im imtihan dünyasında imtihan çok zordur
Bazen elinde soğuk demir diye aldığın yakan kordur
Zaten biz kullar insana değil Yüce Allah’a kuldur
Bundan gayrısı olan nefis şeytanı bulur kudurur
Kuduranı da halliyle cehennem ateşi durdurur
Ne seven insanların nede saran insanlarız hiçbir şey bilmiyoruz
Mehmet Aluç-Kul Mehmet-





Hakkın Hakkını Hakkı Olandan Alma



Aç gönül kapını aşkla gönlüm içine aksın
Gönül aynasında gönlüm kendine baksın
Bırak yakarsa bu gönlümü aşk yaksın
Cümle alem içinde bize baksın
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Bırakalım aşk aksın gönlümüze
Uyku girmesin gözümüze
Aşk şefkatle dokunsun her sözümüze
Aşk olursa birazcık hasret gitmesin gücümüze
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Aşksız bu gönül yürüyemez
Yürümeye takat getiremez
Aşk olmadan bu hayat bu ömrü güldüremez
Aşk ile olanı da ölüm mutluluğu bitiremez
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Bırak gamzene o nur aşk dokunsun
Bu gönlüm ona baksın nurla dolsun
Bu âlemde aşktan daha ne güzeli var
Bırak o gönül bu güzel aşk ile dolsun     
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Aşksız dilde çıkan laf değil
Günde beş vakit Rahman önünde eğil
Beşere duyulan aşk ile Rahmani gerçek aşk bir değil
Bunu böyle bil bunu söylesin o tatlı dil
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Aşksız bu gönül karanlıklarda kayboldu
Aşksız dil lal oldu bak sustu
Aşksız bu âlem de kim güldü yolunu buldu
Hak yolunda aşkı arayanlar mutlulukla içinde var oldu
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Bu âlem de aşk olmazsa
İnsan vatan için sevdiği için canın eder mi feda
Aşk bir âlem imiş bak gör eyle seda
Aç bak toprak altında binlerce imanlı aşk ile yatıyor şüheda
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

İyi düşün ecel gelmeden al aşkı gönlüne deme elveda
Kimi aşk der kimisi ona sevda
Asıl olan hakka giden yoldur nur seda
Bilen bilir o dur gönüllere deva
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim

Kul Mehmet’im var aşkla yürü ol hakla
Kim der aşkı hakkı al gönlünde sakla
Sakın çıkarın için atma sen takla
Hakkın hakkını hakkı olandan alma
Alınmaz da hiç bir ne hakla
Gönüllere çare neymiş görelim
Aşk ile bu gönüllerimizi örelim
Mehmet Aluç-Kul Mehmet-



Şüheda: Şehitler

Yumuşacık Dokunuşlardan Uzak Gönüllere Hitap Etmeyen Heceler…




Dilimizde yaşantımızla uyumlu akıcı olmayan rollerin sözleri ile hissediş ve uyanışı taşımayan sözlerle bize ait olmayan rolleri oynamanın peşinde, yıkılmak için hala koşmanın derdindeyiz. Yumuşacık dokunuşlardan gönüllere hitap etmeyen hecelerden uzak sözlerin fırtınasını estirerek, hala biz kazanalım derdindeyiz. Sorgulamadan neden uzak diyarlara kaçarak, kendimizi kendimiz olarak yaşamaktan utanıyoruz veya buna layık görmüyoruz? Zafer ve başarıyı bir kişi kazanır herkes bunu yaşar birliktelikle beraberlik içinde. Elimizde dünya denilen asa ile dünyada gezinirken önümüzde oynayacağımız rol hayatımıza yazılmış iken farkında mıyız bilmem ama biz hala başkalarının rollerini çalarak, oynamanın peşindeyiz. Mesela zafer ve başarıyı hep biz kazanalım istiyoruz! Sanki Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, bizden neden zaferi kazanmadınız diye soracakmış telaşında, hayatımızın rolümüzü oynamak yerine, başka rolleri çalarak oynarken vasat bir performans ile başarısızlığı yaşamanı hezimetinden kurtulamıyoruz. Acaba hiç düşündük mü başarı ve zafer yolunda hep birlikte yürürken, zafer ve başarıya giden bu yolda yürüyenlerle yola çıkanlardan olsak, yolda yürüyenlere bir sığınak liman olsak, yol olsak düşeceği zaman uzanacağı bir el olsak, yağmur yağarken altında duracağı bir durak olsak, yeis’e düştüğünde onu motive eden olsak…

Zafer ve başarıya ulaştığında hep birlikte kazanmış olsak, en güzeli bu değil midir? Neden rolümüzün bu olacağını bile bile, başkalarının rollerini çalarak oynamaya devam ediyoruz? Belki gerçek rolümüz budur, zafer başarı için yola çıkmak bizim görevimizdir, başkalarının zaferi kazanması için yardımcı olmak el ele göğüs göğse yürüyerek varmak asil görevimiz ise, neden başkalarının rollerini çalarak oynamanın peşindeyiz bunu anlamak pek mümkün değil! Neyi almanın peşindeyiz bizim olmayanın mı? Bizim olmayan neden bizim olsun? Bize uyar mı acaba? Neyi almalıyız veya ne olmalıyız? Hiç düşündük mü acaba? Rollerimiz haykırırken bu senin gerçek rolün değil diye haykırırken, biz hala yanlış rollerin peşinde, zaferi başarıyı biz kazanalım, bizim adımız zaferle beraber anılsın demenin peşinde ömrümüzü heba etmekle meşgulüz? Gözlerimizde kendimize ait olmayan bakışların anlamsızlığı ile hala etrafımıza bakarken, bom boş bakarak bir şeyler anlamadan bakıyoruz! Neden bize ait olan rollerimizin suflelerini duymamaz’lıkdan geliyoruz? Duyalım kulağımıza söylenilen rollerimizin sözlerini!

Acaba gerçek rolünün sesini duyan var mıdır, yoksa hepimiz mi duymamaz’lıktan geliyoruz o nedenle mi hep kaos ve yıkımları yaşıyoruz? Yüreğimizin derinliklerinde bizi biz yapan, yardımcı olmaktan başka bir rolümüz olmayan bu zafer ve başarı yolunda içimizden birisinin zafer ve başarıyı yakalamasına yardımcı olmamızı isteyen rolümüzü neden hissederek oynamıyoruz? En acımasızlıkla zaferi kazanacak olanı neden uzak diyarların karanlığında terk ederek, tek başına yola çıkıyoruz ki? O zaferi belki biz kazanmayacağız, uzak diyarlarda karanlıklarda bırakacağımız o insan kazanacak bizim yardımımızla ve hep birlikte kazanmış olacağız, buda en güzeli değil midir acaba? Ne dersiniz sizlerde bu konuda acaba? Selam ve dua ile kardeşlerim
Mehmet Aluç-Kul Mehmet-

14 Nisan 2016 Perşembe

3 Soru 3 cevap var mı çözen




Bal iken nedir yere dökülen

Gül iken nedir kuruyup giden

Âlemi içine alırken nedir kadir kıymeti bilinmeyen

Çözen varsa çözsün mutluluğa erişsin

Mehmet Aluç-Kul Mehmet
1-
2-
3-

Hz. Adem gibi 200 sene tevbe mi ettin?(Gazetelerden Alıntı Başlıklar)


En küçük bir sorunu bahane edip depresyona girenler. Stressiz gün geçirmeyenler. Bunalımdayım diyenler. Üzgünsünüz demek?!?..

 Hz. Adem gibi 200 sene tevbe mi ettin?

Hz. Adem (a.s) gibi 200 sene tevbe mi ettin?
- Hz. İbrahim (a.s) gibi ateşe mi atıldın?
- Hz. Zekeriyya (a.s) gibi testereyle mi kesildin?
- Hz. Yusuf (a.s) gibi kuyuya mı atıldın ?
- Hz. Muhammed (s.a.v) gibi Taif’te mi taşlandın? O’nun gibi namaz kılarken başına işkembe mi konuldu, dişin mi kırıldı, yüzüne mi tükürüldü? Hicrete mi zorlandın, sevdiklerinden mi ayrıldın?
- Hz. Hamza (r.a) gibi burnun, kulağın mı kesildi?
- Musab Bin Umeyr (r.a) gibi kolların mı kesildi?
- Cafer Bin Ebi talip (r.a) gibi ok, mızrak ve kılıç darbeleriyle yaralandın mı?
- Ammar, Sümeyye, Yasir (r.a) gibi işkence mi gördün?
- Bilal (r.a) gibi kızgın kumlara yatırılıp, üzerine taşlar mı kondu?
- Yunus peygamber (a.s) gibi denize mi atıldın?
- Eyüp peygamber (a.s) gibi vücudunu yaralar mı kapladı?
Ne düşünüyorsun, dünyalık işler mi? Silkinelim, kendimize gelelim.
Üzüleceksen, namazını kazaya bıraktığın için, teheccüde kalkamadığın için, birinin kalbini kırdığın için, Pazartesi Perşembe orucunu tutamadığın için üzül!
Üzüleceksen, bugün Allah için bir şey yapamadığın için, Allah ve Rasulünü (s.a.v) memnun edemediğin için üzül!
Filistin’de, Çeçenistan’da, Irak’ta ve dünyanın dört bir yanında zulüm gören, işkence edilen, öldürülen din kardeşlerin için üzül!
Üzülürsen, bir fakire yardım edemediğin için, yetimin elinden tutamadığın için üzül!
Üzüleceksen, Afrika’da ve diğer ülkelerde bir lokma ekmek bulamayan, hastalıklarla mücadele eden insanlar için üzül!
Kur’an’ı yeterince okuyup, hayatına tatbik edemediğin için üzül. Peygamber Efendimizi (s.a.v), canından, malından, aile bireylerinden, her şeyinden çok sevemediğin için üzül!
Üzüleceksen, hakiki manada kul, Efendimize (s.a.v) ümmet olamadığın için üzül. Efendimizin (s.a.v) şefaatine nail olamama korkusuyla üzül…!
Duy, Rabbin Sana Söylüyor:
“Felaketlere Karşı Dişlerini Sıkıp Göğüs Gerenlere Mükafatları Hesapsız ödenecektir..”
(Zümer Suresi 39)
“İçinizden Mücahidlerle Sabredenleri Ortaya Çıkarıncaya Kadar Elbette Sizi Deneyeceğiz”
(Muhammed Suresi 47/31)
Belki Sen Ebu Zer (r.a) Kadar Acı çekmedin. Amcası İnandığı Için Onu Hasıra Sarıp Yakmıştı Ya…
Belki Sen Vahşi (r.a) Kadar Acı çekmedin. Sevgilisi Ona “Bana Görünme!” demişti ya…
Belki Sen Yakup (a.s) Kadar Acı çekmedin. Yusuf’u (a.s) Elinden Alınmıştı Ya…
Belki Sen Hatice (r.a) Kadar Acı çekmedin… Hz. Muhammed (s.a.v) Yurdundan Kovulmuştu ya….
Unutma! Rabbin Kimseye Dayanabileceğinden Fazlasını Yüklemez..!
 (İslamsitesi)

Hakikat İle Hasretin Yakan Kor Alevini Görmek Ve Söndürmek Gerekir Gitmeler ve Kavuşmalarla



İki yay uzunluğunda olan bu kısacık hayatın yolunda, kapılarını kapattığımız kapılara bazen gitmek ve kavuşmak için, hasretin gönülde volkan gibi kaynaması gerekiyor, gel gel diye gitmek istemediğimiz küskünlükle kapısını kapattığımız kapılarda hasret çağırır. Nihayetinde hasretin yakan kor alevini söndürmek için, gitmek bizim için kaçınılmaz olur. Bazen dipsiz karanlık kuyular da kalmışçasına kendi hayalsiz ‘ligimizin kör karanlığında sevdiklerimize gönül kapımızı kapatırız, hasretin sancısını çekeriz ta ki sabrın son adımı ile yıkılmamıza bir an kalana kadar. İşte o zaman hasret kor alev yakar, gitmeler varmalar bizi çağırır ve o zaman gitmeler kaçınılmaz olur, hasret kavuşmalar gitmeler varmalar ile son bulur sancılar…
Gidip kavuşmalar ile ruhumuzu huzurla aydınlatan dinlendiren gitmeler ve kavuşmalar… Canlı canlı huzuru ruhunuzda hissetmek, sancılara son vermek için gitmek ve varmak gerekir varılması gereken yerlere. Hoş görünün sevginin özgür düşüncenin adımları ile coşkuyu yaşamak hayat veriri bizlere, bu nedenle kapısını kapattığım dostların akrabaların veya bir kızgınlıkla kapısını kapattığımız sevgilinin yanındaki hasreti söndürmek için gidip varmak gerekir. Hem onun yanındaki hem de bizi yakan, hasretin kor alevini söndürmek için. Aranılsa da hiçbir yerde bulunmayan hiçbir dünya ülkesinin anayasasında bulunmayan sadece dinimize ait bu sevgi birlik beraberlik ruhu hoş görünün… Güzelliklerini bulmak ve kavuşmak mümkün değildir. Bu Müslüman olan biz müminlere yüce Allah’ın bir Lütfü keremi ihsanıdır. Sancılar içinde ölümü yaşarken, varmak kavuşmak ile yeniden doğuşları yaşatan kavuşmalar, her zaman birlik ve beraberliğimizi vazgeçilmez çelikten halatı olmuştur, hiç kimsenin kopartamayacağı ilahi bir köprü varış kapısı…

Hasret özlem ile sevince dönüşen anlardaki dilde dökülen tatlı huzur dolu sözlerin ekseninde dönmek, insana inanılması çok güç tatlı bir haz vermektedir. Yoksa Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun neden hasretin volkan gibi gönülde yakan ateşine son vermek için, gitmenin varmanın yani kavuşmanın yok olan o anki kapısını aramak için, yıllarca arasınlar çöllerde veya dağları delerek arasınlar, Mecnun yıllarca neden varmak gitmek güzel olmasaydı çöllerde ne diye arardı. Ferhat o zamanın teknolojiden yoksul anında eli ile yıllarca dağları delmek için ne diye uğraşsın ki… Bu anlamsız hasretin karanlığında kurtulmak için gidelim varılması gereken kapıya varalım, kucaklayalım gönüllerimizi, karanlık yanını varmanın gitmenin güneşi ile aydınlatalım. Bazen binlerce sözler ile anlayamadığımız, kızgınlıkla kapattığımız kapıların kapatmanın ne kadar yanlış olduğunu söyleyen, hasret olmasa idi bu hatamızı yanlışlığımızın nasıl farkına varacaktık? Hakikat yanlışlığı ayan beyan gösteren bir güneşidir, onu kapatarak söndürmek hiçbir zaman mümkün değildir.

Hasreti kavuşmalar varmalar ine son vermek, kendi yanlışlığımızın kor alevini hakikatin aynasında görmek her zaman bir erdemdir. Hakikat ile hasretin yakan kor alevini görmek ve söndürmek gerekir, bu alevi görerek söndürenlerden olmak dileği ile selam ve dua ile.
Mehmet Aluç-Kul Mehmet-



13 Nisan 2016 Çarşamba

Can İçinde Canını Bulan Dönmez Bir Daha Bu Ana




Ben fakir bir derviş seyyahım
Gönülleri âlemi gezerim
Gönlüme dost diye dost ararım
Dost olmadan yolda kalırım
Yüce Rahman gönülleri gezer
Yüce Rahmanın gezdiği gönülleri kim sezer
Ararım o gönülleri dostu ömrüm biter
Biten ömrümde dost gönülde dirilir
Dirilir hakka doğru yürürüm
Aradım yolu gönül dostunu bulamadım
Bu gönlüm bana yol ile dostmuş anladım
Hak yolunda Rahmana kul oldum yolda kalmadım
Canıma can Yüce Rahmanmış buldum yanılmadım

Gece gündüz kendimi aradım bulamadım aşkı buldum
Aşkı buldum kayboldum Rahman yolunu buldum kul oldum
Kulluk ile yüce Rahmana teslim oldum nur oldum
Ben gitti yok oldu bende her şey oldu Yüce Rahman
Kendimde âlemi ararken Âlem Rahmanmış her an
An da zamanı ararken zamanda kayboldum Rahmanı buldum o an
Nefis akıtırken gönülde kanı varmamak için akıttım kanımı o an
O an devam ettim yolumu buldum Rahmanı derdime odur derman
Dermanı buldum nefis yıkıldı o an fermanmış derman benliğime her an
Derman Rahmanmış tüm çaresizliğe Yüceler Yücesi Rahman
Canıma can Yüce Rahmanmış buldum yanılmadım

Dipsiz derin kuyulardan çıktım vardım Rahmana çok şükür bu ana
Bu anda canıma can olan Rahman nurmuş bu cana bana
Yıllardır nefsime söyledim çıkarma beni yoldan diyorum sana
Hak yola varmak içinde nefis gerekmiş anladım o anda bu cana
Çilesiz taşlı yolda düz ovaya çıkılmazmış varılmazmış yüce hana
Bu dünya beden acılar yolda kılavuzmuş meğer anlayana
Anlamayana ne söylesen boş ne çare derman ağlamayana
Hak yolda kul olup günde beş vakit elin bağlamayana
Her şey bulmak içinmiş bulup kavuşup cana varmaya
Gerisi boş meşgale dünya içinde cana varmadan yok olmakmış o ana
Her şey ne güzeldir Rahman ile olan o cana
O canın içinde dünya âlem varmış görüp bakıp arayıp bulana
Her şeyin tek gayesi çaresi yüce Allaha kul olmakmış cümle cana
Can içinde canını bulan dönmez bir daha bu ana
Takip et izini sende canına canı bul var o zamana
Canıma can Yüce Rahmanmış buldum yanılmadım

Mehmet Aluç-Kul Mehmet-

Yayınlarım

Bugünü Elinden Alına Adam Geleceği İçin Ne Yapabilir?

  Bugünü Elinden Alına Adam, Geleceği İçin Ne Yapabilir? Cevaplarınızı bekliyorum. Mehmet Aluç