Bu Blogda Ara

25 Şubat 2015 Çarşamba

Engel Konulmaz



Gönül sevmek istemeyince sevdiğini bulamaz
Aşk gönülde olmaz ise doğru yol bulunmaz
Âşık olana aşkın yolu hiç sorulmaz
Âşık olanın yoluna dikenden engel konulmaz

Âşık sevdiğinden başkasını görmez
İmanı gönle alınca tadına doyulmaz
Cismi yanar aşk ile feryat ile yola çıkılmaz
Âşık olanın yoluna dikenden engel konulmaz

Kimileri aşkın kıymetini bilmedi
Kimisi aşk ile sevmedi gülmedi
Kimisi aşk ile seveyim dedi aşkı bulamadı
Âşık olanın yoluna dikenden engel konulmaz

Kul Mehmet’im aşkın güzelliğinden kaçınılmaz
Aşk gönülde çok diye etrafa savrulmaz
Aşk ile seven gönül hiç yanılmaz
Âşık olanın yoluna dikenden engel konulmaz
Mehmet Aluç


Ozanlarım...

Ozan Dede Korkut






    Dede Korkut, bilinen ilk Türk Ozanı. Orta Asya’da Kopuz, Anadolu’da saz diye bilenen çalgının mucididir. Türk coğrafyasındaki bütün ozanların piridir.

Oğuz Türklerinin milli ozanı olan Dede Korkut’un hikayelerinden ve hakkındaki söylencelerden yola çıkılarak yaşamı M.Ö. 120 - M.S. 646 yılları arasında gösterilmektedir.
Hikayelerinde geçen yer adlarının tespiti sonucu Dede Korkut’un da mensup olduğu Oğuz Taifesi’nin Horasan’dan ayrılıp Bayındır-Han önderliğinde Kars-Anı bölgesine geldiği, Kars-Kağızman Ağcakalesi’ni “Yaylağ”, Iğdır-Sürmeli Karakalesi’ni “Kışlağ” seçtikleri belirtilmektedir.

Dede Korkut hikayelerinden oluşan anonim derlemenin adı: Kitabı-ı Dede Korkut alâ Lisan-ı Tâife-i Oğuzhân (Oğuz Halklarının Diliyle Dede Korkut Kitabı) adıyla Dresden kitaplığında bulunan (Yarım kopyası da Vatikan kitaplığında ele geçen) tek yazmadır.

Eserin yazıya geçirilme zamanı 15. Yüzyıl sonlarıyla 16. Yüzyıl başları kabul edilir. Eser de 12 hikâye yer alır. unları derleyen, anlatan, yazıya geçiren kimse bilinmez. Her hikâyenin sonunda bir dilek ve mutluluk ortaklığını belirterek olayı sonuçlandıran Ozan Dede Korkut ortaya çıkar. (1)

Dede Korkut kitabının başlangıcında “Hazret-i Resul aleyhis-selam zamanına yakın, Bayat boyundan Korkut Ata derler, bir er koptu, Oğuzun ol kişi tamam bilicisiydi, Oğuzun içinde tamam velayeti zahir olmuşıdı, ne derse olurdu, gayibden türlü haber söylerdi, Hak Taala anun gönlüne ihdam ederdi.

Korkut Ata Oğuz kavminin müşkülünü hallederdi, her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca işlemezlerdi” denilmektedir. (2)

Bazı kaynaklarda Dede Korkut’un Kara Hoca’nın oğlu olduğu 100 veya 295 yıl yaşadığı kaydedilmektedir.

Dede Korkut adına bir çok yerde mezar yerleri gösterilmektedir. Ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte 646’ya yakın bir tarih işaret edilmektedir.

Dede Korkut’dan günümüze 12 hikaye ulaşmıştır. Bu hikayelerin içerisinde onun söylediği sözler, kopuz/saz eşiğinde okuduğu türküler-şiirler mevcuttur. Günümüzde türkü ve şiir olarak bilinen halk edebiyatının kafiyeli ve vezinli ürünleri Dede Korkut döneminde Soylama olarak bilinmektedir.

Soylamalar söylendiği zamandan çok daha sonra yazıya geçtiği için nesirleşmeye yüz tutmuş, dörtlükler halinde yazılmamıştır. Yer yer kafiyelerle örülmüştür. Hece olarak 7 ile 15 arası sayılarda mısralar oluşmuştur.

Milli şiirimiz Soylama ile başlayıp koşmaya, doğru gelindiğinde dörtlük halini alarak 7,8,11 hece ölçüsüne kavuşmuştur.

Günümüzde anlatılan hikayelerde ve ozanlar arasında yapılan atışma örneklerini Dede Korkut hikayelerinde de görmek mümkündür.

Dede Korkut’un söylediği sözlerden bazıları atasözü olmuş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Soylamalarında akıcı bir dil, nakışlı bir anlatım bulunmaktadır.


Dede Korkut Soylamalarından Örnekler:

SOYLAMA (İç Oğuza Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldüğü Boyu)

Hani öğdüğümüz bey erenler?
Dünya benim, diyenler?
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı?
Gelimli gidimli dünya
Sonucu ölümlü dünya.
Bu kara yer bizi de yiyecektir,
En nihayet uzun yaşın ucu ölüm,
Sonu ayrılık! (3)


SOYLAMA ( Kazılık Koca-oğlu Yeğenek Boyu)

Yücelerden yücesin,
Yüce Tanrı!
Kimse bilmez, nicesin?
Ulu Tanrı!
Sen anadan doğmadın,
Sen atadan olmadın,
Kimsenin rızkını yemedin,
Kimseye güç etmedin,
Her yerde teksin,
Allah yücelerden yücesin!
Adem Peygambere sen taç giydirdin,
Şeytana sen lanet kıldın,
Bir suçtan ötürü,
Kapından sürdün, çıkardın!
Nemrut göğe ok attı,
Karnı-yarık balığı karşı tutan ulu güçlü Tanrı sensin!

Ululuğuna sınır yok,
Senin boyun, bosun yok,
Gövden yok, atan yok,
Vurduğunu büyütmeyen Ulu Tanrı!
Ezdiğini belirtmeyen belli Tanrı!
Yücelttiğini göğe kaldıran görklü Tanrı!
Kızdığını yere çalan güç-yetmez Tanrı!
Birliğine sığındım Çalabım, güçlü Tanrı!
Yardım senden,
Kara-donlu kafire at teperim,
İşim sen onar! (4)


SOYLAMA (Dirse Han-oğlu Boğaç Han Boyu)

Beri gelsene, başım bahtı, evim tahtı!
Evden çıkıp yürüyende selvi boylum
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
İkiz badem sığmayan dar ağızlım
Güz elmasına benzer al yanaklım
Kadınım, direğim, döleğim! (5)


SOYLAMA (Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boyu)

Çığnam çığnam kayalardan çıkan su!
Ağaç gemileri oynadan su!
Hasan’la Hüseyin’in hasreti su!
Bağ ve bostanın zineti su!
Ayşe ile Fatma’nın nikahı su!
Şahbaz atların içtiği su!
Kızıl develerin gelip geçtiği su!
Ordamın haberini bilirmisin, desene bana
Kara başım kurban olsun suyum sana! (6)


SOYLAMA (Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boyu)

Ağaç ağaç dersem sana, arlanma ağaç!
Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç!
Musa Kelimin asası ağaç;
Büyük büyük suların köprüsü ağaç;
Kara kara denizlerin gemisi ağaç;
Şah-ı merdan Ali’nin Düldülünün eyeri ağaç;
Zülfekârın kını ile kabzası ağaç;
Er olsun, avrat olsun, korkusu ağaç;
Başını alıp bakacak olsam, başsız ağaç;
Dibini alıp bakacak olsam, dipsiz ağaç;
Beni sana asarlar, taşıma ağaç!
Eğer taşıyacak olursan, gençliğim seni tutsun ağaç!
Bizim ilde olmalıydın, ağaç!
Kara hintli kullarıma buyuraydım,
Seni bölük bölük doğraya idiler, ağaç! (7)


KARŞILIKLI SOYLAMA (Kam Büre Bey-oğlu Bamsı Beyrek Boyu)

Aldı Beyrek:

Ne ağlarsın, ne buzlarsın, ağam diye,
Yandı bağrım, göynüdü içim!
Meğer senin ağan yok olmuştur,
Yüreğine kaynar yağlar dökülmüştür,
Kara bağrın senin sarsılmıştır,
Ağam deye ne ağlarsın, ne buzlarsın?
Yandı bağrım, göynüdü içim!
Bre kız!
Karşı yatan karadağı,
Sorar olsam yayla kimin?
Sovuk sovuk sularını,
Sorar olsam, içit kimin?
Katar katar develerini,
Sorar olsam, yüklet kimin?
Karalı-göklü otağı,
Sorar olsam, gölge kimin?
Ağız dilden, kız kişi haber bana,
Kara başım kurban olsun bugün sana!

Aldı Kız:

Çalma ozan, deme ozan,
Karalıca ben kızın, nesine gerek ozan?
Karşı yatan karlı dağı sorar olsan,
Ağam Beyrek’in yaylasıydı,
Ağam Beyrek gideli yayladığım yok!
Sovuk sovuk suları sorar olsan,
Ağam Beyrek’in içitiydi,
Ağam Beyrek gideli içtiğim yok!
Tavla tavla şahbaz atları sorar olsan,
Ağam Beyrek’in binitiydi,
Ağam Beyrek gideli bindiğim yok!
Katar katar develeri sorar olsan,
Ağam Beyrek’in yükletiydi,
Ağam Beyrek gideli yüklediğim yok!
Ağıllarda akça koyunu sorar olsan,
Ağam Beyrek’in şöleniydi,
Ağam Beyrek gideli şölenim yok!
Karalı-göklü otağı sorar olsan,
Ağam Beyrek’indir,
Ağam Beyrek gideli göçtüğüm yok! (8)


Dede Korkut Sözlerinden Örnekler:

1- Allah Allah denmeyince işler onmaz.
2- Kadir Tanrı vermeyince er bayımaz.
3- Ecel vade gelmeyince kimse ölmez.
4- Ölen adam dirilmez.
5- Çıhan can geri gelmez.
6- Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, derer, talep eyler, nasibinden artuğun yiyebilmez.
7- Tekebürlük eyleyeni Tanrı sevmez.
8- Gönlün yüce tutan erde devlet olmaz.
9- Kül tepecük olmaz.
10- Kara eşek başına uyan ursan katır olmaz.
11- Er malına kıymayınca adı çıkmaz.
12- Kız anadan görmeyince öğüt almaz.
13- Konuğu gelmeyen kara evler yıkılsa yeğ.
14- Ata adını yürütmeyen hoyrad oğul ata belinden inince inmese yeğ.
15- At ayağı külük, ozan dili çevük olur; iyegülü ulalır, kaburgalı büyür.
16- Kolca kopuz getürüp elden ele, begden bege ozan gezer; er cömerdin ar nâkesin ozan bilür, ileyünde çalup ayıdan ozan olsun; azup gelen kazayı Tanrı savsun, Hanum hey, Begüm hey.. (9)

Dede Korkut Duası:

Yom vereyim hânım:
Yerli Karadağların yıkılmasın!
Gölgelice kaba ağacın kesilmesin!
Kan gibi akan görklü suyun kurumasın!
Kanatlarının ucu kırılmasın!
Kaadir seni namerde muhtaç etmesin!
Koşarken ak-boz atın sürçmesin!
Çaldığında kara polat öz kılıcın kedimlesin!
Dürtüşürken ala gönderin ufanmasın!
Aksakallı baban yeri cennet olsun!
Ak pürçekli anan yeri uçmak olsun!
Allahın verdiği umudun kırılmasın!
En sonunda arı imandan ayırmasın!
Ak alnında beş kelime dua kıldık kabul olsun!
Derlesin, toplasın, günahınızı,
Kaadir Tanrı adı-görklü Muhammeddin yüzü suyunu bağışlasın!
Bu duaya amin diyenler Tanrıyı görsün! (10)


Dede Korkut’un Ad Koyma Şölenindeki Sözleri:

Ünüm anla, sözüm dinle Bay Büre Bey,
Yüce Tanrı sana bir oğul vermiş, bağışlasın!
Ağır sancak götürdüğünde Müslümanlar arkası olsun!
Karşı yatan karlı dağlardan aşar olsa,
Ulu Tanrı senin oğluna aşıt versin!
Kanlı kanlı sulardan geçer olsa geçit versin!
Kalabalık kafire girdiğinde,
Ulu Tanrı senin oğluna fırsat versin!
Sen oğlunu Bamsam deye okşarsın,
Bunun adı Bozaygırlı Bamsı Beyrek olsun,
Adını ben verdim, yaşını Allah versin! (11)


Dede Korkut Hikayeleri’nden Özetler:

1- Dirse Han - oğlu Boğaç Han Boyu:

Toy edilirken Kara otağ’a oturtulan ve çocuğu olmayan Dirse Han’ın bir oğlu olur ve Bayındır Han’ın boğasını öldürdüğü için Dede Korkut tarafından “Boğaç Han” olarak adlandırılır, bey olur. Dirse Han’ın kırk yiğidi, oğlanı babasına kötüler. Babası avda oğlunu oklar. Annesinin sütü ve kır çiçeği oğlanın yarasına derman olur.Oğlan, kırk yiğit tarafından kaçırılan babasını kurtarır. Dirse Han oğluna taht verir.


2- Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boyu:

Salur Kazan, oğlu Uruz Han’ın uyarısına rağmen, Oğuz beyleriyle ava çıktığı sırada, evine üç yüz yiğidi ve Uruz’u bırakmasına rağmen düşman gelir. Eşini, gelinini ve oğlunu esir alır. Gördüğü rüya üzerine avdan dönen Salur Kazan, düşman ellerine gider. On bin koyununu düşmana vermeyen çoban da (o istemese de) kendisiyle gelir. Oğuz beyleriyle birlikte düşmanı yener ve yurtlarına dönerler.

3- Kam Büre Bey-oğlu Bamsı Beyrek Boyu:

Bayındır Han’ın Oğuzları topladığı sohbete tüm beylerin oğullarıyla gelmesi üzerine, Büre Bey üzülür. Oğuz beyleri, Büre Bey için bir oğul, Bican Bey’e de doğacak oğlana vermesi için bir kız dilerler. Doğan oğlan büyüdükten sonra kendisine hediye getiren bezirgânları kafirlerden kurtarır ve “Bamsı Beyrek” adını alır. Banı Çiçek’le evleneceği gece kafirler düğünü basarak Bamsı’yı esir alır. Banı Çiçek’in abisi Deli Karçar’a Yalancı oğlu Yaltacık’ın kanlı bir gömlek getirip “Bamsı öldü.” demesiyle Banı Çiçek Yaltacık’a verilir. Düğün gecesi esir bulunduğu kaleden, tekürün kızının yardımıyla kaçan Bamsı, yaşadığını Bani Çiçek’e bildirir. Sonra düğün yapılır. (12)



Dede Korkut Sözlüğü:

Bayımaz :Zenginleşmez.
Çalap :Tanrı, Allah.
Çatma-Kaşlım :Kaşlarının arası boya ile çatılmış olan.
Çevük :Çevik
Çığnam çığnam :Çağıl çağıl.
Devlet :Baht, mutluluk, zenginlik, talih.
Dölek :Ağırbaşlı, sakin, terbiyeli kimse, çok döl veren, çok doğuran.
Göçtüğüm :Varıp geldiğim, gidip geldiğim.
Görklü :Güzel, gösterişli
Göynüdü :Yandı, kavruldu
Hoyrad :İtaatsiz.
Kara Polat :Kara çelikten, halis çelikten
Kolca kopuz :Kul uzunluğunda saz.
Külük :Çabuk
Musa Kelimin :Tur dağında Tanrı ile konuşan Musa peygamberin.
Onmaz :Felah bulmaz, refah olmaz, yolunda yürümez.
Orda :Hanın karargahı, Bey çadırlarının bulunduğu yer, oba.
Ozan :Eski Oğuzlarda Oğuz destanlarını okuyan saz şairi.
Soylama :Türkü veya şiir söylemek.
Tekebbürlük :Böbürlenme.
Uyan ursan :Gem vursan.
Yom :Mutluluk, saadet, uğur.
Yumru :Set, tümsek, toparlak.

Aşık Büryani hayatı ve eserleri...

Aşık Büryani



Cevahirden köşkün yapıp otursa
Altın tabak ile taam getirse
Pir mürşidi bilmez yolu yitirse
Menzil almaz yola gitse ne fayda


            Büryani çağırır eleman aman
           Kerbela gülüdür billah bu zaman
           Dilde beli deyip gönülde güman
           Hak'ka ikrar verdim dese ne fayda


      1926 yılında Kısas'ta doğmuştur. Asıl adı Hamdullah Aykut'tur. Aşık Dertli Divani'nin de babasıdır. Önce Hamdullah sonra Kemteri mahlasıyla tapşıran aşık, Büryani mahlasını nasıl aldığını el yazması defterinde şöyle anlatmaktadır. "23.3.1977 günü Hacı Bektaş-ı Veli evlatlarından Muharrem Sefa Efendi bize geldi. Yanında Gazi Antep'in Haral Köyü'nden Ali Dede, Adanalı Mürteza Dede ve hanımı bize geldiler. 23 Mart'ı 24'e bağlayan gece muhabbete başlandı. Aşık arkadaşlardan deyiş söylemeye fırsat bulamadım. Halime agah olan o Sultan nutkeyledi. Üç parça söyledim. İrticalen söyleyişimizi çok şükür kabul kıldı. Mahlasımı Büryani koydu.''

Hamdullah Aykut o gece irticali söylediği deyişinin son dörtlüğünü şöyle bitirir;
''Arşın demanında Nebi-yi zişan
Akıl idrak etmez bu sırra insan
Hamdullah ciğerim olmuştur Büryan
Yandım ateşine İmam Hüseyin''

M. Sefa Efendi son mısrada büryan sözcüğünü duyar duymaz Hamdullah'a, Büryani diye seslenir ve mahlasını koyar. Ondan sonra aşık şiirlerinde Büryani diye tapşırır. Dedelikte yapan Büryani Kısas'ın eşrafından olup güçlü aşıklarındandır. Eski ve yeni yazıyı bilen, çok kitap okuyan ileri görüşlü Aşık Büryani 7.11.1990 tarihinde vefat etmiştir.



Harran'da Bir Türkmen Köyü: Kısas
Halil Atılgan - Mehmet Acet
Kültür Bakanlığı


Eserlerinden bazıları:

NE FAYDA

Cevahirden köşkün yapıp otursa
Altın tabak ile taam getirse
Pir mürşidi bilmez yolu yitirse
Menzil almaz yola gitse ne fayda

Doğuştan insanda Hak hal olmasa
Malı canı Pir uğruna vermese
İkrara bend'olup gelmezse
Yol oğluyam dese ona ne fayda

Büryani çağırır eleman aman
Kerbela gülüdür billah bu zaman
Dilde beli deyip gönülde güman
Hak'ka ikrar verdim dese ne fayda


BİLMEM NE HALDIR

Var mı bencileyin bir bahtı kara
Açıldı yürekte her türlü yare
Vardım bir tabibe melhemi süre
Sürmedi sultanım bilmem ne haldır

Erenler kapısı dar'ül amandır
Muradım ki aşkın narına yandır
Gönüller sultanım tahtıma kondur
Konmadı sultanım bilmem ne haldır

Kusurum günahım gayette çoktur
Gafur'sun Rahim'sin şek şüphem yoktur
Kuiuna mürvetin ihsanın çoktur
Na ümit olamam bilmem ne haldır

Mürvete geldim ey nesl-i Hünkar
Affetmek şanındır edemem inkar
Hel ata şanında oldu aşikar
Dokuza bağladı bilmem ne haldır

Epsem ol Büryani bulunur çare
Kadir Mevla'm sen bildir yare
Hele noksanını özünde ara
Sabreyle ey gönül bilmem ne haldır         GELDİK BU HANA

Gel beri güftumu güş eyle gafil
Bilmez misin niye geldin cihana
Elest ü bezmini hele bir düşün
İspatı imtihan geldik bu hana

Şu fani dünyanın sefası yoktur
İkrar bend olana cefası çoktur
Dört kapı kırk makam cümlesi haktır
Var ilet özünü şah-ı hübana

Vefasız bu yola basamaz kadem
Fehmeyle bu sözü adem ol adem
Zikreyle Muhammet Ali'yi her dem
Der Büryani vuslat olduk canana


SULTANIM

Canlı cansız cümlemiz bir nesneden
Varoluyor bu bir hikmet sultanım
Canana akıtır bu can-ı beden
Kabul etmek cana minnet sultanım

Sevip aşık olmak ezelden bahtım
Yar sana kadimdir ikrarım ahtım
Senin çün bezendi sinemde tahtım
Aha teslim oldum hükmet sultanım

Büryani'yem geldim mürvete düştüm
Canımdan malımdan serimden geçtim
Gerçi ezel aşkın meyinden içtim
Dest-i kudretinle lütfet sultanım
Kaynak: http://www.radyodoga.com.tr/Asiklar-14-asik-buryani.aspx

Gönlüm Sana Ben Verdim




İşte ben karşındayım, söyle yar hislerini
Giydim gönlüme aşkın, elbisesini geldim
Giymişsin yine gönlü, öldüren kefenini
Ben sana hep güldüm yar, gönlüm sana ben verdim

Bilmezsin ey yar sensiz, halim acı iledir
Bilirim yar gönlünü, ne varsa dilindedir
Beklerim ben sabırla, Rahman’dır o muktedir
Ben sana hep güldüm yar, gönlüm sana ben verdim

Kul Mehmet ahu zarla, geçse de yâr ’sız ömrün
Her zaman merhametli, gönül ile sen görün
Ey yar sen gülmez isen, gönül sen yerde sürün
Ben sana hep güldüm yar, gönlüm sana ben verdim

Mehmet Aluç

24 Şubat 2015 Salı

Seninle




Bir deli rüzgâr gibi girdin deli gönlüme
Sen neşe ile okudun gönlüme gazeli
Seni sevmek nasip oldu bu gül ömrüme
Sensin karanlıklardan beni çıkaran gönlümün güzeli

Seninle aşkın etrafında eyledik gönül tavafı
Aşk değil mi bu gönlün değer biçen sarrafı
Ben seninle içerim ömür boyu erik hoşafı
Sensin karanlıklardan beni çıkaran gönlümün güzeli

Aşk ile eyleyelim gönül pazarı
Aşksız ağlama gönlüm ey zarı zarı
Aşk bize babadan yani baba yadigârı
Sensin karanlıklardan beni çıkaran gönlümün güzeli

 Kul Mehmet’im şimdi aşk ile sevmenin zamanı
Gönülden tahlil ederek söyler gönüllerin ozanı
 Söyle bakalım kimdir gönlünde aşkı aşk ile yazanı 
 Sensin karanlıklardan beni çıkaran gönlümün güzeli     

Mehmet Aluç  

Düşüncelerimizi İfade Edememenin Ezikliği



Farkında mıyız bilmem, düşüncelerimizi başkalarının yanında ifade edememenin ezikliğini hep yaşıyoruz! Başkaları kendi düşüncelerini ifade ederken ona hayran kalırız, kendimizde yerin dibine sokarız ne acı bir tablo değil mi?

Birde karşımızdakinin fikrini tartmadan incelemeden hemen ona adapte olur bu fikrini özgürce sunanların sunuş ekline hayran kalır kendi düşüncemizi uçurumlara atarak ve şaşkınlık içinde sanki karşı düşünce çok doğruymuşçasına hemen körü körüne- incelemeden aklımızda elemden- peşinde sürüklenir gideriz!

Eğitim alırken bizler düşüncemizi ifade etmenin eğitimini almadık ama, o anda elimizi dilimizi bağlayan yok ki, bir nebzede olsa halimizi birkaç söz ile ifade etmenin özgürlüğünü yaşayarak kendimizi ödüllendirmeliyiz, en azından fikrimizi açık açık anlayışlı olarak ifade etmenin zevkini yaşamalıyız amma, maalesef buda olmuyor…

Yaşarken bize bu konu hakkında görüşünüz nedir? Bu konuda ne söylemek istersiniz? Konusunda eğitim verilmedi ama günümüz teknolojinin Altın çağını yaşıyoruz yani biraz el insaf yani, az katılımcı olmak gerekmez mi?

Gönül kapımızı sonuna kadar açmak var iken, aç kapa aç kapa o kapı gıcırtısından sinir olarak bildiklerimizi de unutuyoruz!

Gönül aşk ile merhamet ile sevgi ile beslenir güçlenir ilim ile yol alır gider ama hangi ilim ile insan zekası değişken, en güzel ilim imanlı bir kalp ile yazılmış Rahmanın emrine uyarak insanlığın emrine sunulmak için alınmış ilim ile yol alınmalı, kişisel düşünce ile ilim sadece bireylerin mutluluğu içinse, toplumsal başarı ile güzel yarınlar için yol açmaz ve de faydası olmaz…

Diyorum son sözü size bırakıyorum gönül dostları…


Mehmet Aluç

Yalnızlığın Son Çırpınışı-2.Bölüm.



Yalnızlığın Son Çırpınışı-2.Bölüm.

Gözü önüne bir ara bir karartı geldi, sanki gökyüzünde birisi uçarak kendisine geliyordu, hayal görüyorum der gibi gözlerini ovuşturdu, gökyüzünde bembeyaz bir nur kanatlanarak ve duvarın içinden süzülerek içeriye girdi ve o anda Funda yere düşerek bayıldı, kaldı.

Gelen bembeyaz nura bezenmiş bir melekti, iyilik meleği. Biraz sonra ayıkan Funda karşısında iyilik meleğini görünce ürktü, gerisin geriye duvarın dibine yaslanan, bacaklarını toplayarak korku ve şaşkınlık içinde.

-Se… se… Sen az… Azra. Azrail misin?
Kendisine gülümseyerek bakan melek.

-Hayır, ey Allah’ın güzel kulu, ben Azrail değilim, ben iyilik meleğiyim.
Şaşırdı, apıştı kaldı, âmâ gözlerindeki şaşkınlık avazı çıktığı kadar sanki feryat edercesine bağırıyordu.

-A…Ama… Nasıl olur?
-Üzülme ve korkma ey Allah’ın kulu, ben korkman için gelmedim ki yanına.

Fundanın yürek çarpıntısı az durmuş gibi oldu, şaşkınlığı geçer gibi oldu.

-Nasıl olur bu? Neden olmasın ki ey Allah’ın kulu? Rahman istedikten sonra neden olmasın?

-Biliyorum Rahman yani yüce Allah istedikten sonra olmayacak bir şey yok ama bir meleğin yeryüzüne inerek bir kul ile konuşması ilk defa oluyor!

-Yüce Allah senin üzgün haline dayanmayarak merhameti ile beni sana gönderdi, beni yalnız sen görüyorsun ey Allah’ın kulu, iki gündür pencerenin önünde eşinin yolunu gözlüyorsun ve dilinde Allah’ın ve peygamberi zikir ederek tüm duaları okuyarak endişe içinde geçirdim. Yüce Allah üzgün kulumu gidin endişesini giderin diye beni sana gönderdi, ey secde ederken Rahman ismi ile gözlerinde yaşlar akıtan Allah’ın kulu, işte ben geldim.

Gülümsedi Funda içinden binlerce defa Allahu Ekber diyerek şükürler ederken birden kalkt,ı şükür secdesine yöneldi, gözlerindeki sevinç ve şükür gözyaşları seccadeyi ıslattı. İyilik meleği Fundanın kendinden üstün olan melek halini izliyordu. İşte nura bezenmiş secde ile Yüce Allah’a şükür eden bir kul. Yanına yaklaştı, şükür secdesinde kalkan Fundanın kalbine yani sol göğsüne dokundu, bir anda tüm endişeleri giden Funda gülümseyerek kadın suretindeki iyilik meleğine sarıldı, sarıldı...

Mehmet Aluç

Devam edecek inşAllah

__________________
Mümin tövbe ile merhamet ister Rabbin'de affı için
Selam ve dua ile...

Ne Günlere Kaldık



Nedir bu şiddet celal söylesene
Az yüzünü kullara doğru çevir
Ömür geçmez nefret ile böylesine
Ne günlere kaldık
İnsanlıktan nasibini almamış bu devir

Helal kazanç ile akıt alın terini
Hak yolda al sen yerini
İncitme sakın sen nefret ile birini
Ne günlere kaldık
İnsanlıktan nasibini almamış bu devir

Hep nefret ile döner mi zalimin çarkı
Merhamet ile kulun tabi olur farkı
Kul Mehmet’im yıkmalı zalimin dönen çarkı
Ne günlere kaldık
İnsanlıktan nasibini almamış bu devir

Mehmet Aluç

Ey Canlar



Duyan bilen gören yok mu ey canlar
Tüm ülkelerde ülkemde akıyor kanlar
Buna sebep nedir bilen var mıdır ey canlar
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?

Ey canlar dünyaya yaşamaya gelmedik mi?
Canları güzelliğin içinde yaşatmaya gelmedik mi?
Kin nefret karşısında durmak yakışmaz mı biz kullara
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?

Nedir bu fikir ayrılık uçurumuna koşarız
Değersiz birkaç söz için gönülleri yıkarız
Ölüm gelince Rahmanın yanına nasıl neyle gideriz
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?

Nedir bu dünya malına heves hiç doymayız
Gönüllere merhametle bakan insan neden olmayız
Ecel gelince elimizden alacakları ile kavga ederiz
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?

Aramızda nifak sokanlar neden görülmez?
Nifak sokanların niyetleri nasıl bilinmez?
Merhamet ile gönüller neden sevilmez?
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?

Üç beş kuruş için dünya çirkefliğe tercih edilir mi?
Kefenin cebi yok cehennem için bu kadar odun toplamaya değer mi ?
Hepimiz din kardeşiyiz kardeşlikle dünya ahiret bağı kurulmaz mı?
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?

Nefret kin akar gönüllerde ey canlar
Haykırıyorum bitsin bu nefret kin akan kanlar
Kul Mehmet der yaşanacak günler gelmez mi ey canlar
Birbirimizle can olmanın zamanı gelmedi mi?
Mehmet Aluç



Yalnızlığın Son Çırpınışı-1.Bölüm.


Yalnızlığın Son Çırpınışı-1.Bölüm.

Gözlerinde süzülen göz yaşları ile pencerede yolu gözlüyordu. Yüreğindeki derin acı git gide yüreğini yakıyor, gözlerinde yaşları damla damla akıtıyordu. Isısız bir gecenin onca sıkıntısına rağmen sabah olmuş lakin gecenin zifiri karanlığı yüreğine çökmüş yüreğindeki karanlık endişeyi hasreti, sabah doğan güneş aydınlatamamıştı.

Etrafında aşk ile dönen aşk melekleri olmalıydı, çektiği acıların yerine şu anda sevdiği biricik sevgilisinin gözlerine bakarak sevgilim demesini hatta

-Ey yüzüne bakmaya doyamadığım gül yüzlüm seni çok ama çok seviyorum… Selvi boyuna, gamzendeki gülüşüne hayranım gül yüzlüm.

Demesini isterdi. Kendisi de, gülümseyen bakışları ile yanağına bir buse kondurarak

-Ey gönlümün can ışığı, bende seni seviyorum.

Diyerek boynuna sarılmak isterdi. O şimdi yoktu yanında.

Onsuz yaşamak için hayatın köklerine sımsıkı sarılmak için, yalnızlığın çırpınması ile yaralanan bedenini ruhunu hatıraların tertemiz gözlerine, bilinçsiz gelen umutsuzluğun eşine uğrarken bu deli ataklarında, hatıraların derinliğine gülümseyen o güzel günlerin içine gömülünce, yavaş yavaş yürüyünce kurtuluyordu.

Geceleri âlem uykuda iken o hep ayakta pencerenin kenarında sevdiğini, gönlünün can ışığını bekliyordu. Onsuz yatamıyordu, ona sarılmadan gülümsemeden rahat edemiyordu.İki gün öncesinde gitmeden önce sevgilisi, ha bu arada sevgilisi Yasin uzun yol şoförü idi, Tır ile şehirler arası bir şirketin şoförlüğünü yapıyordu.

-Üzülme hayatım gönlümün nuru, bu sefer sadece üç gün sürecek, hem fazla mesai yaparak kazanacağımız üç beş kuruşu bir kenara atarak, yarınlarımız da kullanırız

Deyince, Fundanın yüreğine ayrılığın dağı çökmüştü.

-Hayatım ben sensiz üç gün hasretine dayanamam, kazandığın zaten bize yetiyor.

-Olsun hayatım yarınlarda yuvamıza katılacak olan aşk meyvemizin gülümseyen senin gibi gül yüzlü çocuklarımız olunca rahata erişir, sıkıntı çekmeyiz gül yüzlüm.

Başka bir şey söyleyemedi sadece gülümsedi. Yasin’e hak verdi, karnında ufak ufak tekmeleyen, yavrusunun eli ile okşarken, gülümseyerek kapıdan geçirerek yolcu etti.

-Allah yolunu açık etsin Yasin’im, sensizlik mehtabına, dilsiz haykırışların gecelerin karanlığı gibi, Allah yüreğimizi karanlıkta bırakmasın, Allah'a emanet ol bir tanem.

Diyerek'den sımsıkı sarıldı.

Şimdi ise yüreğinde tarifi imkânsız bir sıkıntı vardı. Havada uçan kuşların kanat çırpışında bile ürküyordu.

Mehmet Aluç

İnşAllah devam edecek

__________________
Mümin tövbe ile merhamet ister Rabbin'de affı için
Selam ve dua ile...

23 Şubat 2015 Pazartesi

Hasret İle Lal Olur Gönül Dilim



Gönül sazıdır bu teli gönül bağından
Kendi çalar kendi dilinden anlar gönül halinden
Hasret ile yanar bağrı yârden ayrı kalınca yalnızlığından
Lal olur dili konuşturmam ne mümkün vurulur can evinden

Nazlı yârdir gönlümün gönlüme açılan perdesi
Aşk ile beni mutluluğa götürür gönül teknesi
Ah ne güzeldir gülümseyen gönlünün neşesi
Hasret ile lal olur gönül dilim vurulur can evinden

Kul Mehmet’im ismin her an dolaşır dilimde
Aşk ile bir sen anlarsın benim gönül halimde
Senden ayrı kalınca gözlerim bekler vuslat için yollarda
Hasret ile lal olur gönül dilim vurulur can evinden
Mehmet Aluç




Hicret Eyledim Gönlüne (Akroştik)



Hicret eyledim gönlüne gel gayri
İlim deryasında gezdir beni
Canıma cansın sen gel gayri
Rüya gibi hep gönlümdesin bil gayri
Ellerimiz uzattım sana tut gayri
Tek sevdiğim sensin artık gör gayri



Ela gözlerine hayran baktığım
Yanaş yanıma biraz gül gayri
Leyla gibi beni sev gayri
Ela gözlerine hayran baktığım
Dua gibi gönlüme kon gayri
İn dereye yanıma gel gayri
Melek yüzlüm artık beni sev gayri



Gülen gözlerle beni sev gayri
Öpeyim nur alnında ne olur
Nazlı bakışınla bana bak gayri
Lale sümbüller sinende açsın benim için
Üzüm gözlüm bana aşk ile bak gayri
Nerede kaldın melek gibisin bunu da bil gayri

Ellerimi sana uzattın ellerimde tut gayri
Mehmet Aluç

Âşık Gevher

                            Âşık Gevheri





17'.nci yüzyılın ikinci yarısıyla 18'inci yüzyılın ilk yarısı arasında yaşadı. Asıl adı Mehmet ya da Mustafa. Yaşamına ilişkin kesin bilgiler yok. Nereli olduğu da kesin olarak bilinmiyor. Kırımlı, İstanbullu ya da devşirme olduğu yolunda tahminler var. Ancak Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın ikinci Viyana kuşatması üzerine söylediği şiirler, onun bu savaşa katıldığını göstermese de dönemin olaylarıyla ilgili bilgisi olduğuna işaret eder. Osmanlı devletinin birçok yerini gezdi. Hem aruz, hem hece ölçüsüyle şiirler söyledi. Aruzda, hecedeki kadar başarılı olamadı. Pek çok eski eserde ondan sözedilmesi şiirlerinin çokça tanındığını ve sevildiğini gösterir. Müzikle de ilgilendi. Şiirlerinde pekçok makam kullandı. Bazı şiirleri başkaları tarafından bestelendi. Kendi adıyla bilinen bir de makam vardır. Yani "Gevheri Makamı."

BEYAZ GÖĞSÜN BANA KARŞI

Beyaz göğsün bana karşı
Açma, beni öldürürsün!
Elâ gözler süze süze
Bakma, beni öldürürsün!

Öldürüp kanıma girme
Herbir yada gönül verme
Elâ göze siyah sürme
Çekme, beni öldürürsün!

Gevheri der: Şah-ı bülbül,
Beyaz gerdan bina-yı pül
Yanağına kırmızı gül
Takma, beni öldürürsün!

EY EFENDİM BANA MEYLİN VAR İSE

Ey Efendim, bana meylin var ise
Mahabbetin benim ile yâr olsun
Eğer senden gayri güzel seversem
Bülbül gibi işim ah ü zar olsun.

Tamahım yok bu dünyanın malına
Atlasına, dilbasına, şalına
Ben de Mecnun gibi dostun yoluna
Terkettiğim namus ile ar olsun.

T'an eyleyip niçin eli kınarım
Yad elinden giryan olup yanarım
Pervaneyim, dost şem'ine dönerim
Gam değildir, ko meskenim yâr olsun.

Gevheri der: Fırsat gitti elimden
Anın için korkum yoktur ölümden
Kim cüda kıldıysa beni gülümden
Bencileyin gonceleri hâr olsun!



CEMALİN BAĞINDA SEYRAN EYLEDİM

Cemalin bağında seyran eyledim
Bülbül sesi, gonca sesi, gül sesi
Gûşume dokundu, ihsana geldim
Ayva sesi, turunç sesi, nar sesi.

Sende ne halet var, ey peri sanem!
Gönül verir sana her gören âdem
Kâkülünden gelir gûşume her dem
Zenci sesi, Mansur sesi, dâr sesi.

Dost ele alınca tir-ü kemanı
Gör nice eyledi divane beni
Gördüm âşıkların, tutulmuş cihanı
Efgan sesi, girye sesi, zil sesi.

Gevheri! Gözyaşım döndü ırmağa
Yine minnet düştü elden ayağa
Beni Mecnun edip düşürdü dağa
Ahu sesi, maral sesi, yâr sesi.

TAZELENDİ ÂLEM NEVBAHAR OLDU

Tazelendi âlem nevbahar oldu
Gel sevdiğim senin ele gidelim
Açıldı her taraf sebzezar oldu
Gel efendin Şam'a doğru gidelim

Tîg-i gam ile hasmını hakla
Okunu düşmanın bağrında sakla
Küheylan at ile kargı mızrakla
Gel efendim yaylalara gidelim

Andelipsiz bağlar gülşen olmaz
Bunda gamlı gönüller şen olmaz
Bu diyarlar bana mesken olmaz
Gel efendim Şam'a doğru gidelim

İş edelim mest-i müdam olunca
Çamlıbel'de çay kenarı bulunca
Eğlenelim uz-i kasım gelince
Gel efendim Şam'a doğru gidelim

Bilemizce ola şeştar
Amma arada olmaya ağyar
Bu Gevheri bir sen bir de hizmetkar
Gel efendim çöllere doğru gidelim

NE KAÇARSIN BENDEN EY YÜZÜ MÂHIM

Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım
Seni seven var mı benden ziyâde
Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım
Âşıkım ağlatma bundan ziyâde

Gece gündüz bir visâle ermedim
Bülbül olup gonce gülün dermedim
Bu cefâlar nedir ben de bilmedim
Var mı ki bir zâlim senden ziyâde

Söyle murâdını ben de bileyim
İnsaf eyle çok ağlattın güleyim
Kabul eyle sözüm kurban olayım
Haddim yoktur sana bundan ziyâde

Hercâisin gonce gülüm kokulmaz
Geçer gider hatırcığım sorulmaz
Der Gevherî mâh yüzüne bakılmaz
Yakar hüsnün beni nârdan ziyâde


KOŞMA

Elâ gözlerini sevdiğim dilber!
Salınıp geldiğin yolar öğünsün
Ne güzel yaratmış seni Yaradan
İnce belin saran kollar öğünsün.

Aman, hey eğlencem, gel yine aman!
Yok mudur zerrece göğsünde iman?
Soyunup koynuma girdiğin zaman
Göğsünü okşayan eller öğünsün.

Bir melek nesli mi vardır soyunda
Hak nazarım kaldı selvi boyunda.
Ol günlerde, bahar bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün.

Gevheri yârinin gülleri aktır
Var yürü yüzüne perdeler döktür.
Bilemem, sevdiğim, akranım yoktur.
Zülfüne dokunan yeller öğünsün...


TÜRKÜ

Beni kimse eğleyemez
Benim gönlüm alan gelsin
Tabipler bilmez ilâcım
Beni derde salan gelsin.

Mailim selvi boyuna
Melek karışmış soyuna
Soyunup uryan koynuna
Sinesine saran gelsin.

Kaşların yay, kirpiğin ok
Sana mail olanlar çok
Şu cihanda akranın yok
O kaşları keman gelsin.

Gevheri'yi kimse bilemez
Aşıkın ağlatan gülmez
İsmini söylemek olmaz
Filân kızı filân gelsin...

Kaynak:http://www.radyodoga.com.tr/Asiklar-4-%C3%A2sik-gevheri.aspx

Senden Önce Ben Yıkılıyorum




Üflenince sönen musibet düşüncelerin aylak limanında
Tank gibi ezen barbar yangını gözlerinin kahreden narası
Bir yazın şafağında yüreğinde gömülü insansızlığınla
Ölüm pençeleri sunan sözlerinle cüzzamlı sesinle
Özgürlük furyasını yıkıyorsun hangi limanda öleceğini bilmeden
Kendi fikrin olmayan fikirlere sen fikirsizlik köleliğine doğru yürürken
Ben sana acıyarak bakıyorum sana acıyarak bakarken kendime acıyorum
Uzatamadığım elimin sancıları ile baş başa kalırken
Sana ve bana gülenlerin sarhoş yürekli naraları kulaklarımı sağır ediyor
Titreyen dudaklarım unutulmuşluk şarkılarını söylerken senden önce ben yıkılıyorum
Sen yıkılmadan önce seni kollarımla yıkılmaman için tutmayan aciz kollarım için ağlıyorum
Solgun gölgeler hep şehirleri istila ederken
İnsanlar suskun iken ben ağlıyorum
Suskunluğa
Bakışsız ’lığa
Arkasını dönüp bakmayanların hissizliğine
İdam sehpası tekmeleyenlerin vicdansızlığına ağlıyorum
Beleş kahvehane de beleş çay yudumlayanların sevinci ile
Onlar son yudumlarını içerken
Ben eksik kalan yanımla sayıkladığım güzel yarınsız ’lığımla
Kaldırıma düşerken kokuşmuş cesetlerle beraber
Ceset torbalarına giriyor bedenim
Mehmet Aluç



Hayatta yaşamanın şifresi



Hayat ve yaşam içinde yaşar iken çoğu zaman hayatı anlamsız ve değersiz buluruz. Ve sanki hayat ve yaşam bize ters köşeden, bakıyormuşçasına baktığını düşünürüz. Bizde bu karmaşık anlamsız duygularla, hayata da aynı gözlerle bakar ve yanlışlığın uçurumuna düşer ve yuvarlanır aynı hata ile devam eder gideriz.

Aslında düşünelim, önümüzde kısa bir yol var ve dümdüz olan bu yolu yürümek var, aynı monotonlukta ve aynı duygular içinde, bu yolun sonuna ulaşmak bizi derinde sıkar ve üzer.

Birde bu yolun etrafında dikilmiş yollar ve duyguların var olduğunu düşünün, bunlar hastalık(arkasında şifa) sıkıntılar(arkasında ferahlık) vs… vs bunlar ile biz yol arkadaşlığı yaptığımızı düşünün ve bu anda da yüce Allah’ın, hep bizim ile olduğunu da unutmayalım.

Bu iki adımlık yolu, bu hengâmeler veya içinde değişik duygular ile yolun sonuna yürüdüğümüzü düşünün.

Şimdi hep zenginlik ile yaşarsak bir süre sonra usanacak ve stres ve travmalar yaşayacağız, hep fakirlik ile yaşarsak da aynı travmalar yaşayacağız ama yüce Rahman’ın Lütfü keremi ihsanı… Öylesine sonsuz ki bizleri sıkılmayalım diye bu uğraşları yolumuzun önüne döşemiş ve her an yardımı da hazır ve biz bu yolda bazen sıkılarak, bazen neşelenir bazen üzülür bazen güleriz bazen tökezlenir kalkarız… Bunlar ile yürürüz öyle değil mi?

Ve elimizde sermayesiz mallar ile bunlar mı nedir? Gönlümüzdeki sevgi, kazandıklarımız, yardım, hissiyat… Bu duyguları bu yolda harcayarak kazanç elde ediyoruz ve bunu Lütfü düşünebiliyor musunuz? Şöyle bir dakika düşünün ve aklınız nura ışığa boğulsun! Allah’u Ekber..

Bizden istenilen, bu hayatın yaşamın sonuna doğru yürür iken, elimizde sermayesiz yüceliği sonsuz Allah’ın vermiş olduğu güzellikleri dağıtmak, yardıma muhtaç olanlara yardım ederek, yıkılanı inşa ederek imkânımız dahilinde oda yoksa tatlı bir söz ile… Bu yaşamı sonlandırmak. Bu kadar açık ve basit.

Dağıtmaz ise ne olacak? İçimizde çürüyecek ve onların yanına kin nefret duyguları ile dolduracak ve o güzellikleri boğmuş olacağız ve yolun sonunda elimiz boş gideceğiz ve hiçbir kazancımız olmayacak!

Ama diğer şekli ile bizim olmayan, bize verilen bu nimetleri dağıtırsak hem de yüksek ve karşılığını, dağların bile kaldıramayacağı bir sevap, kazanacağız ve yüceler yücesi Rahman’a, bu ruhu istediği şekilde teslim etmiş olacağız İnşallah.

Ha yolumuza çıkan dikenleri günahları, yüce Rahmandan yardım ile az gayret ile temizleyeceğiz. Bazen yardım geç gelse de istemeye devam, istemeye candan devam. Umutsuzluk hiç yok, fazla güvenmekte yok kendimize, orta karar da olacak ve sadece yüce Rahmana güveneceğiz ve ondan isteyeceğiz.

Yüce Rahman’dan her an her saniye isteyin ama sabırla bekleyin ve yolumuza devam ederek. Bazen de her zaman tövbe kapısında bağdaş kurarak, namaz da secde ile yüceliği sonsuz yüce Allah'ın kapısın da durarak bu hayatın yolunda yürüyerek sonlandıracağız. Umarım karışık anlatmadım.

Bu benim düşüncelerim, öylesine bir fetva falan değil bunlar ve yanlış anlaşılmasın, sizler gibi az biraz karalayarak- yazmayı nasip eden Yüce Allah’ın izni ile- karalayan birisiyim. Günahlarının çokluğuna ağlayan, tövbe kapısında bağdaş kuran, sıkıntılar ve ferahlıklar içinde bazen Rahmanı unutarak bazen de onun ile yürüyen birisiyim. İnşallah.

Anlamayan varsa veya yanlış bir anlatım varsa yazmanızı rica edeceğim. Allah'a emanet olun selam ve dua ile kardeşlerim.


Mehmet Aluç

22 Şubat 2015 Pazar

Garip Bülbül Gönül Bağında

                            


Yüreğinde har ile yola çıkan yolcu, acele etme gönlün baharları görecek sen sabırla sevmek için gönül kapını açık tut.

Garip bülbül gönül bağında çiçek yok diye feryat figan eylese de üzülme sen, umutla gönlünde bahar çiçeklerini yetiştirmeye başla, hem bülbülün figanı durur hem de gönlündeki bahar çiçeklerinin kokusunu güzelliğini gören seni candan sevmek için sana koşarak gelir.

Sen muhabbet için, muhabbete gönül ver, muhabbeti aşk çiçekleri ile donat, bakarsın muhabbetin güzelliğine çekiciliğine hayran olan bir sevgili sana hayran hayran bakar, gönül güzelliğinin sarayına kurulmak, seninle bir ömür yaşamak ister, sen yeter ki gönül kapını aç, aşk çiçekleri ile donat…

Gönlünde aşk türkülerini badı sabah gönder esen yel ile bu türkülerine kulak veren olacaktır ve duyan sana gelecektir.  Seni gönülden senin ummadığın bir aşk sevgi seli ile kucaklayacak mutluluğun deryasında yaşatacaktır bir ömür boyu, sen yeter ki umudunu kaybetme, gönlünde aşk çiçeklerini sevgiyi aşkı soldurtma, yalan dolan sevgisizlik ile donatma…

Yüreğinde kanayan yarana tabip bulunmaz deme sakın. Rahman her an seninle seni bir sürekliğine sınamak ister, hatta gönlünün duvarlarını çelik zırh ile donatman için bir süreliğine yalnızmışsın hissi verdirse de, unutma her an seninle. 

Çaren her an sabırla şükürle yürüdüğün yolun ya ortasında ya sonundadır, az çilede olsa sabırla devam et, senin gönlünün, kanayan yaranın tabibi muhakkak vardır ve Rahman, kimseyi yalnız ve çaresiz bırakmaz. Selam ve dua ile…

Candan sevmeyince canan bulunmaz
Aşk ile aranmayınca aşkın yoluna çıkılmaz
Sefa için çile çekmeyen yolun sonuna varamaz
Sen aşk için yan gönül seven karşına elbet çıkar gönül



Mehmet Aluç

Birileri Ne Demiş? Ben Ne Demişim? -3-




Albert Einstein: Açlıktan karnı guruldayandan dürüst politikacı olmaz.

Ülkemizde hep karnı tok olanlar politikacı oluyor, ama hiç açların halinden anlamıyor, yedikçe yiyor. Aç olanda politikacı elbette olur, acın halinden anlar, zaten karnı tok olanlar için bir şey yapmaya da gerek yok. Karnı aç olan doyana kadar yer, tok olan patlayana kadar yer, buda size kapak olsun bir şey bildiğini sananlar.

Albert Einstein: İnancı dışlayan bilim topal, bilimi dışlayan din kördür.

Bilim şimdiye kadar İslam’a kucak açmadı ki Osmanlıdan sonra veya siz batılı kendini bir şey sananlar, din, bilim ilim çinde de olsa da git öğren diyor, ama bunu duymayan görmeyen bilmeyen yine de sizlersiniz…

Albert Einstein: Aynı anda, hem savaşa hazırlanıp, hem de savaşı önleyemezsiniz.

Savaşı önlemeye çalışan kim var bu âlemde, siz batılılar gözü aç insanlar üç beş dolar için devamlı savaş, fitne peşinde koşuyor. Bir tek silah satmak için yıllarca çalışırsınız, bir insana bir lokma ekmek vermemek umman umman kaçarsınız.

Mehmet Aluç

DİVAN ŞAİRİ AHMED PAŞA...




Doğum yeri Edirne. Ama doğum tarihi bilinmiyor. Ciddi bir öğrenim gördü. Bursa’da müderrislik, Edirne’de kadılık yaptı. Bazı sancak beyliklerinde bulundu. İkinci Beyazıt zamanında Bursa sancak beyliğine atandı. 1497’de Bursa’da öldü. XV. yüzyılın en büyük divan ozanıdır. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı biliniyor. Gazel ve kasideleriyle dikkat çeker. Şarkı ve murabbada da olgun örneklerini verdi. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür. Farsça ve Arapça’yı ustaca kullanır. Ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aştı. Kendisinden sonraki divan şairleri Ahmed Paşa’nın birçok şiirine benzetiler yazdı.

XV. yüzyılda yaşamış olan Ahmet Paşa, dönemin konuşma dilini şiirlerine yansıtmış olmanın yanında bir devlet adamıdır. Fatih Sultan Mehmed'in hocası ve sohbet arkadaşıdır. Osmanlı Sarayı'nda görev yapmış vezirmliğe kadar yükselmiştir.

Şiirlerinin çoğunda aşk ve tabiat güzelliklerini işleyen şairin, Fatih'in gözdelerinden birine aşık olduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa'yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa'yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır.

Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada aklına bağışlanmak için bir kaside yazmak gelir. Ve ünlü kerem kasidesini yazar.

          Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem
          Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem
          .......
          Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat
          Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem

          Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud
          Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem
          .........
          Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta'n
          Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem

          Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı
          Tutalım iki elim kandayımış hani kerem

          Ahmedim gam makası kesti dilim şem' gibi
          Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem

Ahmet Paşa son arzusu olarak zindan görevlilerinden şiirin, padişaha ulaştırılmasını ister. Şiirden iyi anlayan, kendisi de şair olan Fatih Sultan Mehmed, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere "Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz" diyerek, şairi affeder.

Ahmet Paşa bundan sonra Saray'daki eski yerini alamaz. Bir rivayete göre de Fatih tarafından Tuti Hatun biriyle evlendirilmiştir. Bu bahsi, daha sonra Fatih'in de nazire yazdığı Ahmet Paşa'nın güzel bir dörtlüğü ile bitirelim:

Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim
Pay -mal eyledi bu zülfü seman-sa nidelim
Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelim
Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül..


GAZEL

Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın

Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların
Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın

Bahâr-ı hüsn ü behada belalı bülbülünün
Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın

Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım
Gel ey peri nicesin hoş musun safâca mısın

Sefer kılıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin
Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın?

GAZEL

Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden,
Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden

Sen şem gibi gayr ile mecliste gülersin
Ben akıtırım yaş ile kan yandım elinden

Her hâr ile sen sohbet edersin dün ü gün ben
Derdim ederim mûnis-i can yandım elinden

Şol sunduğun âteş midir ey sâki bana kim
Kim aldın ele câm heman yandım elinden

Ahmet çeke cevrini göre lûtfunu ağyâr
Ey şefkati az şûh-i can yandım elinden

GAZEL

Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Terk-i cefâ eylemedün öyle mi

Bir dem ayağun tozını gözüme
Kuhl-i cilâ eylemedün öyle mi

Gül yüzüne karşı gönül bülbülin
Perde-serâ eylemedün öyle mi

Şemme-i zülfüne meşâmın dilün
Gaaliye-sâ eylemedün öyle mi

Ahmed-i öldürriserin der idün
Ahde vefâ eylemedün öyle mi

MURABBA

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kuru sevdada yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile
Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ
Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ
Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ
Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ
Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk
Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk
Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

KITA

Her ka’nun düryûze-i ışkunda şey-illâhi yok
Menzil-i dervâze-i uşşâkdan âgâhı yok
Didüm ey dil-ber dimişsin Ahmed’e cevr itmeyem
Didi yok billâhi yok vallâhi yok tallâhi

Kaynak:http://www.diledebiyat.net/turk-edebiyati-tarihi/islamiyetin-etkisindeki-turk-edebiyati/divan-edebiyati/divan-siirinin-genel-ozellikleri/divan-sairleri/ahmed-pasa

Yayınlarım

Bugünü Elinden Alına Adam Geleceği İçin Ne Yapabilir?

  Bugünü Elinden Alına Adam, Geleceği İçin Ne Yapabilir? Cevaplarınızı bekliyorum. Mehmet Aluç