Bu Blogda Ara

8 Şubat 2015 Pazar

Ah ile ağlama gönül





Gönül sevileni görmezse, gönülde aşk görülmez
Seven aşk ile sevmezse, gönüle fiyat biçilmez
Seven gönül kapısını açmaz ise, içeri girilmez
Ah ile ağlama gönül, seven açar gönül kapısını

Divane olma ey gönül yar yaklaşır, edepsizlik yaraşmaz
Aşk yolunda çekilen çilelere, ah ederek yaşanmaz
Yar yüzün görmeyince ey gönül, Aşk’tan kaçılmaz
Ah ile ağlama gönül, seven açar gönül kapısını

Kul Mehmet’im gönlü yaratan yüce Allah
Gönlüne çaresini de yine veren yüce Allah
Sen istersen yine iste verir yüce Allah
Ah ile ağlama gönül, seven açar gönül kapısını

Mehmet Aluç



Aşık Sümmani Baba Şiiri

Ben Razı Değilem Hicrana Gama 


Ben razı değilem hicrana gama 
Garip gönlüm haldan hala salan var 
Sabavetten beri bir yol gözlerim 
El zanneder uzaklarda kalan var 

Didemden akıttım kanlı yaşımı 
Karametten kurtaramam başımı 
Gönül kalesinin mermer taşını 
Hicran kalemiyle kırıp delen var 


Sümmaniyem Yarab gönlüm hoş eyle 
Ya sabır ver ya da bağrım taş eyle 
Ya bir çift kanat ver yada kuş eyle 
Tez ulaşam dost bağında talan var
 
Aşık Sümmani Baba


(Sebavet = çocukluk dönemi) 
(Karamet:Karacılık, iftira)

Aşık Sümmani'nin Hayatı



Sümmani'nin gerçek adı Hüseyin olup, babası Kasımoğulları'ndan Hasan'dır. 1861 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi, Samikale Köyü'nde doğmuştur. Kendileri bu köye Kafkaslar' dan gelmişlerdir. Babası köyde çobanlıkla geçimini sağlamakta idi Hüseyin 10-11 yaşlarına geldiğinde, babasıyla birlikte çobanlık yapmaya başladı. Hüseyin'in genellikle danalarını otlattığı yer Ablaktaş'tır: Bir gün Şekerli Düzü' ne hayvanlarını otlatmaya tek başına gider. Hüseyin, kendisine doğru bir atlının geldiğini görür. Atlı, Hüseyin'e selam verir ve adını öğrenmek ister. Çok aç olduğunu söyleyip ondan ekmek ister. Köylerinde nerede misafir olabileceğini sorar. Hüseyin üç arpa ekmeğinin yarısını atlıya verir. O' nun bu cömertliği hoşuna gider ve der ki:
-Oğul, sana bir dua öğreteyim. Bu duayı kırk gün okuyacaksın. Yalnız yüz tane taş say, cebine koy. Her okuyuşta bir taş atarsın. Duayı kırk gün okur ve son gün Ablaktaş'a gider. Babası ise Cuma namazını kılmak için köyde kalır. Ablaktaş'taki çeşmenin yanında hayvanlarını otlatmaya bırakır. O da namaz kılmaya niyetlenir. Daha önce babasıyla burada namaz kılarlarmış Namaz vaktini anlamak için de kendilerine bir taş tespit etmişler. Güneş taşa isabet ettiği zaman öğle vakti olduğunu anlarlarmış, O gün de babasıyla yaptığı gibi kendisine taşı nişan eder ve Güneş'e bakarken uykuya dalar.
Uykusunda, çeşmenin başında kırk yeşil güvercin görür. Güvercinler birden kaybolur ve karşısında üç derviş belirir. Dervişler Hüseyin'e abdest aldırırlar ve birlikte namaza dururlar. Hatta bir dörtlüğünde der ki:
Vardım saf saf olup durmuş divana
Ben de el bağlayıp geçtim bir yana
Meylimi bağladım gari sübhana
O güzel Allah'ı gözler gözlerim........... 
Daha sonra Hüseyin'i ortalarına alıyorlar. Hüseyin bakıyor ki. dervişlerden birinin elinde bir tabla, üç dolu bardak var. Derviş, bunları Hüseyin' in önüne getiriyor ve
-Hüseyin, bu şerbetlerden bir tanesini iç bakalım.
diyor. Hüseyin bardakların içindekileri şerbete benzetemiyor. Kendisini kandırdıklarını. Ona içki içireceklerini sanıyor. Ne kadar zorluyorlarsa da içmiyor Bunun üzerine birisi Hüseyin'in ellerini tutuyor. birisi de parmağını bardağa batırıp Hüseyin'in ağzına sürüyor. Tam bu esnada Hüseyin uykudan uyanıyor. Bakıyor ki, ne derviş var ne de şerbet. Fakat ağzında İnanılmaz bir lezzet hissediyor.
- Öylece bir daha uykuya dalıyor. Uykuda yine karşısına dervişler çıkıyor Tam eline bardağı alıp içmeye hazırlanıyor ki, dervişler şôyle diyor: 
-Oğul, buna aşk badesi derler. Sevdiğin kız aşkınadır. Kızın adı Gülperi'dir. Bedahşah kentinde Şah Abbas'ın kızıdır. Sen Onun. O da senindir. Birbirinize aşık maşuk'sunuz. Dervişlerden biri Gülperi'nin cemalini gösterir. Üç bardak Hüseyin'e. üç bardak ta Gülperi 'ye verirler. Yeşil mürekkeple yazılı bir kitap okuturlar.
Üç harf okuttular yeşil yapraktan
Okudum harfini noktasın tek tek..... 
Hüseyin uykudan uyanır ki, ne Gülperi Han var ne de dervişler. Danaları da göremeyince köyün yolunu tutar. Köye varmaya yakın bir atlıyla karşılaşır,
-Hüseyin, korkma oğlum, sen ereceğine erdin. Bundan sonra senin mahlasın Sümman, dünyada kavuşmak senin için haram, der. Sümmani, anlam olarak "Sonuncu, sona ait" demektir. 
Hüseyin köye varınca annesini,. babasını uyandırır. Babası da ertesi sabah. köylülere, çobanlığı bıraktıklarını söyler. Aradan otuz kırk gün geçer, günler geçtikçe aşkı da ziyadeleşir. Herkes. Onun hastalandığını, cin'e; peri'ye karıştığını sanır. O zamanlar sıra geceleri düzenlenirmiş. Bir akşam babasına yalvarır. gecelere katılmak İstediğini söyler. Babası da dayanamayıp götürür. Sıra Sümmani'ye gelince. bazı kimseler, O'nun çocuk olduğunu söyleyerek atlamak İsterler. Köylülerin teklifini kabul etmeyerek, türkü söylemek istediğini belirtir ve söze başlar:
Uyandım gafletten oldum perişan
Bir nur doğdu alemler oldu ürüşan
Selam verdi geldi üç-beş dervişan
Lisanları bir hoş sedasın tek tek
Lisanları bir hoş eyler avazı
Onlarda mevcuttur ilm-ü el fazı
Dediler: Vaktidir kılak namazı
Aldılar abdestin edasın tek tek
Aldılar abdesti uyandım habran
Aslımız yapılmış hak ü turabtan
Üç harf okuttular yeşil yapraktan
Okudum harfini noktasın tek tek
Okudum harfini zihnim bu!andı
Yalelerim göz göz oldu sulandı
Baktım çar etrafa kadeh dolandı
Nuş ettim kırkların mahlesin tek tek
Nuş ettim badesin gördüm rengini
Tam on sekiz saat sürdüm cengini
Yar yüzünde saydım üç beş bengini
Halhalın altında hırdasın tek tek
Dediler: Sümmani gel etme meram
Adamı çürütür dert ile verem
Sen içün dünyada kavuşmak haram
Hüdam böyle salmış kalemin tek tek
Koşma bitince köylüler şaşırır. Onun badeli Aşık olduğu anlaşılır. Fakat henüz saz çalmasını bilmemektedir. Babası ile bir gün Erzurum ' a giderler. Burada aşık kahvelerine devam eder. Sazın perdelerini ve tezene tutmasını öğrenir. Her akşam köylüyü toplayıp saz çalar. Günler ayları, aylar yılları kovalar Sümmani köyde duramaz ve sevdiğini aramaya karar verir. Önce KafKaslar'a. oradan İran'a gider. İran- Turan illerini dolaşır. Bedahşah'ı tanıyan, Gülperi'nin adını duyan bir Allah kuluna rastlayamaz Hint, Afgan topraklarına gider. Onun bir gurbeti yaklaşık beş yıl sürmüştür. Günlerden bir gün rüyasında pirini görür. Piri O'na Kırım'a bir geziye çıkmasını söyler. Sümmani yanına sofusunu alıp Kırım yolculuğuna çıkar Kışı Kırımda geçirir. Yaz gelince tekrar köyüne döner. Artık şair, hareket kabiliyetini yavaş yavaş kaybederek duraklama dönemine girmektedir.
Devrin büyük şairlerinden Erbabi'yi mat eder. Başarıları Erzurum Valisinin kulağına kadar gider. Bir süre sonra. Sümmani Pasof'a gider. Aşığı oradan Suskap köyüne Zülali'nin yanına götürürler. O sırada ünü Kars'ı, Ardahan'ı, Erzurum'u kaplamış olan Aşık Şenlik'te oradadır. Üçünden bir atışma İsterler. İlk sözü Sümmani söyler: 
          Adem Sefiyullah makam-ı peder
          Cennet' te ihvan bir kere düştü
          ''Sürün'' dedi, mollam takdir-i kader
          Cennetten dünyaya bir kere düştü

Şenlik: Hışm-ı nar içinde gülüstan gözü
          İbrahim Safa'ya bir kere düştü
          İsmail' e gelen koç kurban kuzu
          Cennet'ten Mina 'ya bir kere düştü
Zülali: Türaptan bir avuç hak aldı kaddes
         Bu zemin Ierzeye bir kere düştü
         Beytullah yerine Beytü'l Mukaddes
         Kuruldu Kabe'ye bir yere düştü
Sümmani'nin esas amacı, Şenlik ile meydan edilmekti. Günün birinde yine Samikale köyünden, Sefili isminde birisi, Aşık Şenlik'in yaşadığı. Kars'ın Çıldır ilçesinin Suhara Köyü'ne gider. Kendisini Aşık Sümmani olarak tanıtır. Fakat mat olup, sazını bırakarak köyüne geri döner. Bu olaydan hemen sonra Aşık Şenlik, Ardahan'a gider. Aşık Sümmani ile Ahmet Onbaşı da Şenlik'İn köyüne gelirler Orada. yöre İçinde önemli bir konuma sahip olan, Haşimoğulları 'ndan Celal Bey ve Şerif Bey'le karşılaşırlar. Her ikisi de, bir süre önce köye gelip kendisini Sümmani olarak tanıtan aşıktan, Onun Şenlik'le yaptığı karşılaşmadan bahsederler. O zaman, Sümmani kendi şanını kurtarmak için Aşık Şenlik'le karşılaşmak istediğini söyler. Şenlik, Ardahan'dan köye çağrılır. Neticede bir araya gelirler. Hem tatlı tatlı sohbetler ederler hem de atışırlar. Sonunda yenişemeyip, kardeş olduklarım ilan ederler. Birkaç gün sonra köyüne geri döner. Fakat zaman Gülperi'yi unutturamamıştır. Köylüleri ona rastlayıp konuşturdukları zaman, O, şu şiirini söyler:
Ervah-ı ezelden levh ü kalemden
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Gönül perişandır alev-i alemde
Bir günümü yüz bin zara yazdılar 
Gönül gülşeninde har oldu deyu
Hasretlik ismimde var oldu deyu
Sevdiğim, sevdiğin pır oldu deyu
Erbab-ı garezler yare yazdılar
Dünyayı sevenler veli değildir
Canı terk edenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkara yazdılar
Nedir bu sevdanın nihayetinde
Yadlar gezer yarin vilayetinde
Herkes diyarında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazdılar
Döner mi kavlinden sıdk-ı adıklar
Dost ile dost olur bağrı yanıklar
Aşk kaydine geçti bunlar aşıklar
Sümmani'yi ''Derkenara'' yazdılar
Aşık artık gerileme dönemine girmiştir. Bir gece rüyasında Gülperi. işaret almadan gurbete çıkmaması yolunda tembih eder. Bu duruma çok üzülür. Zaman zaman Erzurum'a gidip gelmektedir. Erzurum da bulunduğu günler kahvede otururken arkadaş ve dostları sözü eski günlerden açıp. Sümmani'ye Gülperi ile olan aşkını anlattırmak isterler. Artık ihtiyardır. Sazını eline alıp şu şiirini söyler.
Tarih seksen dokuz on bir yaşımda
Cem başımda iş birer birer
On sekiz yıl sürdü yarin peşinde
Akıttım gözümden yaş birer birer 
Görmedim dünyada bir şadlık demi
Geçti civan ömrüm, gülmem encamı
Her boyun sistemi, feleğin kahrı
Vurdu her taraftan taş birer birer
Sümmani'yim hani benim otağım?
Gün be gün, bulandı dalım, budağım
Devroldu devranım, çevrildi çağım
Döküldü dihenden diş birer birer
Bir gün gençliğini hatırlayıp aşk badesini içtiği Ablaktaş'a gider. Çobanlığı bıraktığından beri buraya hiç gitmemiştir. Orada oturur, uzun uzun düşünür, çalar, söyler. Artık, sadece kahvelerde çalıp söylemektedir. Bu sıralarda, Gülperi de Sümmani'den haber alamadığına üzülmektedir. Bir gün Bedahşah 'tan tellal çağırttırır. Sümmani'yi aratmak için iki kardeş görevlendirir Sümmani'yi bunlara iyice tarif eder. Aradan günler, ay!ar geçer İki kardeş Kafkas taraflarına gelirler. Birden gözlerine bir adam ilişir. Adamlara Sümmani adında birisi aradıklarını söylerler. Adamlar:
-Biz Onun akrabalarındanız. Sümmani yakında öldü. Gülperi adında bir kızı sevmişti. Bu kızın aşkı için pir elinden bade verilmişti. İşte o vakitten beri. Sümmani Gülperi'nin aşığı olmuştur. Daha ölmeden bir kaç gün evvel rüyasını görmüştü. Günlerce ağladı, son dakikasına kadar Gülperi'nin acılarını çekti. Sonunda Ona hasret gitti.
İki kardeş, Sümmani'nin ölümüne çok üzülürler. Köye dönerler ve doğruyu Gülperi'ye söylemeye karar verirler. Şah'ın sarayına yaklaşırlar, bakarlar ki bir cenaze kalkmaktadır. Bu Gülperi'nin cenazesidir.  Sümmani, Samikale Köyü'nde, 5 Şubat 1915 tarihinde vefat etmiştir.
Der Sümmani tamam oldu muhabbet
Biz varalım, siz olasız selamet
Kalktı bu karyeden çekildi kısmet
Göründü gözüme yol yavaş yavaş  

Kaynak: http://demgah.net/sayfa.asp?git=bilgi&id=172

BİR MENZİLE VARMASAN

BİR MENZİLE VARMASAN  (Aşık Sümmani)



Bir menzile başa kadar varmasan,
Sen o yola kervan olsan ne fayda.
Bir dilberin sinesine konmasan,
Hayal ile mihman olsan ne fayda.
Bir yazı ki kara olur kalemde,


Sözü hor görünür her bir kelâmda,
Bir güzel ki seni sevmez âlemde,
Ya sen ona hayran olsan ne fayda.

Arâbî Farisi dilin olmasa,
Bülbüle münasip gülün olmasa,
Asla bir meslekte elin olmasa,
Dava ile sultan olsan ne fayda.

Deli gönül bir isyandan beridir,
Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Her bir güzel bir yiğidin yâridir,
Elin güzeline baksan ne fayda.

Sefil Sümmani gel Hakk´ı zikreyle,
Verdiği nimete daim şükreyle,
Yaman kişi ta ezelden fikreyle,
Başa geçip pişman olsan ne fayda.


Aşık Sümmani


Bir Çocuk Kayboldu




Bir Çocuk Kayboldu

Bir çocuk kayboldu
Kalabalık gözler içinde kayboldu
Yalnızlığın ortasında yok oldu
Sevgiye yönelince
Bulamayınca
İnsanların şehrinde
Gökdelenlerin
Rezidansların içinde
Koskoca şehirde
Yalnızlığın içinde bir çocuk kayboldu
Gözleri gökyüzünde
Sevgi umutları hangi yıldızda saklı, arar gözleri
Soramadı, diller suskun
İçinde geleni söyleyemedi
Söyleyemedi, esareti ağır oldu içinde ki sözlerin
Acımazıca saran düşlerinde yalnızlık
Ruhunu saran, yalnızlığın demir parmaklıklarında yalnızlık
Ateş düştü canına
Bir gelip hasretim sorsan, diye haykıran gözleri
Acımasızlığın zindanında
Sarıyor ruhunu zindanın soğuk parmaklıkları
Acımızca sarıyor
Yalnızlığı yıldızları deliyor
Kınalı saçlarında dökülen rüyaları
Hücre, hücre ruhu zindanlarda
Kurak bir ilkbaharın, kuruyan yaprakları gibi kuruyan gözleri
Hülyalara dalmıştı, kıvranan gözleri ile
Dumanlı sokaklarda aramıştı
Bulamamıştı
Uzun zaman sessiz kaldı, haykırdı
Duyan çıkmadı
Yalan vaatler, sözler
Bir avuç sevgi idi, istediği
Bulamadı
Bir çocuk, kayboldu
Yalnızlığın, ortasında kayboldu
Zincire bağlanmış, hülyaların mevsiminde
Yalın ayaklı
Bir çocuk, kayboldu
Geçmişin sancı dolu yolunda
Kırılmış hayalleri ile
Rüzgârda sallanan
Toprak, olamayan taşlarla betonlarla
Örülü şehirde
Paylaşmayı bilmeyen
Betonlarla sarılı
Çöl yorgunu şehirde
Geleceğin, şehrinde bir çocuk kayboldu
Hiç gören olmadı
Bilen olmadı
Susku orucu tutarak
Kaybolan
Saflığın, elbisesini şehirde bırakarak
İçindeki yaranın acısı ile
Hüsran mabedi, taş betonlara son defa hüzünle bakarak
Bir çocuk, kayboldu
Bir çocuk kayboldu, şehri sardı çığlık
Kapandı, yalnızlığın sonsuzluk kapısı
Gözlerde yaş
Rüsva, olan bedenler
Bir çocuk arıyordu, tüm şehir
Kayboluş ve mekânsızlığın
Uzaklığın ve yalnızlığın, hissi beton şehirler yıkıldı
Gömüldü, derin tünellere öfke ile
Yeniden, kerpiç evler yapıldı
Ağaçlar dikildi
Kerpiç evler nemli
Bir lokma aş için, insanlar ezilmedi
Sömüren, sömürgecilerde gömüldü
Dipsiz tünellere
Gömüldü, tüm teknoloji aletleri yalnızlık saçan
Koltuklar ranzalar, kanepeler yalnızlıkla yatılan
Yalnızlık, kokan atıldı
Serildi yere minderler
Döşendi hasırdan sevgi ile örülen, yastıklar duvarlara yan yana
Yere serildi, yünden döşekler yan yana
Sarılarak kucak kucağa yatıldı, kucak kucağa
Şehir bölündü, mahallelere
Mahalleler, cıvıl, cıvıl kuşlar kıskandı, katıldı şölene iç içe
Evlerde gaz lambası yanıyordu, sevgi tüten
Eski bir lambalı radyo
Arkası yarın dinlenen, pür neşe ile
Televizyonlar kırıldı, hınç ile küf yalnızlık saçan
Yerine, günlük hikâyelerin sohbetin aldığı sohbetler konuldu
Ocaklarda, tavalarda is sevgi kaplamış
Sofralarda fazladan, iki tabak konuldu
Biri misafir için, birisi komşusu için
Tüm, arabalar gömüldü,
Sömüren, benzin fiyatına inat, hınçla gömüldü
Paytonlar, ahenkli at sesleri ve zilleri ile
Neşe saçan mahallelerde gezinen
Artık gözlerde neşe
Bağırıyordu destancı amca
Zöhre ile tahirin aşkını alın, okuyun
Kalabalık mahallede, omuz omuza
Destancı amca sofrada, gönül sofrasında
Heybesine konulan çökelek, tereyağı
Aldı kazancını, sevgi ile ışıldayan gözlerde kalplerde
Anlatmaya başladı, Zöhre ile Tahirin aşkını
Dillendire dinlendire
Tıpkı arkası yarın gibi
Gözlerde, kalplerde yaş, akan sevinç içinde
Ağaçlar nemli sessizce ağlayan,
İnsanlar gözleri nemli hissiyat ile akan gözlerdeki yaşlar, muştulu
Aranan çocuk bulundu şölen ile muştu ile
Kalplerinde saklanan çocuk, bulundu şölen ile
Allah’ım sana iltica ettim
Tüm bedenimle
Bilemedim ömrümce
Göremedim ömrümce
Kavrayamadım olmayan aklımca
Kapın hep açıkmış göremedim
Nefsime uydum bilemedim
Hep gözyaşı döktüm
Hep ezildim
Hep sömürüldüm
Kahpe sömürü zindanların gardiyanlarınca
Bilemedim gözyaşının merhamet sahibi sensin
Bilemedim ezilenleri ezenleri, ezen sensin
Bilemedim sömürenleri soluksuz bırakan sensin
Bilemedim kahpe sömürü zindanların, gardiyanları
Zindanların karanlığında ateş ile yakacak olan sen
Bilemedim
Göremedim çok çileler çektim
Bilemedim seni, bilemedim çilenin içindeki muştuyu
Onlara bilemediler zulümde ki sancılı ateşi ızdırabın yok oluşunu
İsyan ettim
Çiledeki muştuyu kaçırdım
Allah’ım san iltica ettim
Kuranın ile
Ol Resulün sünneti ile
İmanın ile
Sana iltica ettim
Beni bağışla af et
Sen af edensin
Merhametinle kucaklayan, saransın
Sana geldim muştu ile
Sar beni muştulu merhametin ile

Mehmet Aluç
29-05-2301
03-30

Yaklaşıyor Bizi Bitiren 14 Şubat Günleri


Artık biz bitirdik Senleri benleri bizleri
Yaklaşıyor bizi bitiren 14 Şubat günleri
Bahtı karamış yanık bir kul gibiyiz
Bu fani dünyanın oyunu değil olmaz

Bu anlaşılmaz canavar arzularımızın oyunu
Kaçamadık oyununda ne sen kaldı nede biz kaldık
Dağladı ömrümüzü mutluluğumuzu bilemedik
Bize giydirdiği anlamsız hislerin karanlığı göremedik

Peşimiz sıra koştu nedense hissedemedik
Bu anlaşılmaz canavar arzularımızın oyunu
Kaçamadık oyununda ne sen kaldı nede biz kaldık
Belki de sistemin oyunu

Belki de birileri bastı düğmeye
Televizyonu kumanda ile açalım derken
Belki televizyon açtı arzularımızın kör uçurum yolunu
Acısı bol istekleri seyrettiriyorlar her gün

Güzelliği göstermiyorlar anlaşılmaz olduk her gün
Ceketi duyguları ters yüz giydirdiler bilene şimdiden
Barışmak işin yoksa 14 Şubatı bekle
14 Şubatta barışacaksa barışmasın

Onların 14 Şubatı yerin dibine girsin
Böyle dedim şimdi sokaklarda dar gelecek
Acısı bol köpüklü anlaşılmaz duygularla sarıldık
Bu anlaşılmaz canavar arzularımızın birilerinin oyunu

Kaçamadık oyununda ne sen kaldı nede biz kaldık
Parçalanmış yüreğim yârin umurunda değil
Arzuları olmadı küskün yandığımın farkında değil
İlla ister bir pırlanta 790 liraymış
Cepte yok ki 70 lira ne yapsın illa pırlantaymış

Yandık kimsenin umurunda değil
14 Şubatı çıkaranlar cendereye aldı
Sıktıkça aldırmanın peşinde
Bu anlaşılmaz canavar arzularımızın birilerinin oyunu

Kaçamadık oyununda ne sen kaldı nede biz kaldık
Parçalandık ortada kaldık kimsenin umurunda değil
Kasayı doldurmanın peşinde
Onun bunun çocuğunun yüzünde nefesi ensemizde

Kurşun döksen de gidecek gibi değil
Kışkış cinler kışkış cinler desende umurunda hiç değil
Kovalasan da gitmez evde bağdaş kurmuş
Sokakta sırtıma binmiş yürüyor kudurmuş

Takdir edilmeyen suratıyla sırıtıyor
Yaralar açar sonra sargı bezi aldırır
Yaşantımız çıra olmuş Marmara gibi yanmakta
Nereden tanıştırdılar bilmem ki seni bize sokakta

Sevgi saygı uçmuş yüreklere kim bakmakta
Bozuldu duygularımızın bekâreti hislerimiz ağlamakta
Duyan bilen anlayan yok kahır mevsimi evlerde sokaklar da
Yenilmiş gibi duruyoruz, sanki odalarda

Yüzler asık sırtlar dönük yuvalarda
Bebe ağlar yerde sürünerek kimse kucağa alarak sevmez
Tüm hedefler 14 Şubata dikilmiş bekler yüzlerimizde gülmez
Bu anlaşılmaz canavar arzularımızın birilerinin oyunu

Kaçamadık oyununda ne sen kaldı nede biz kaldık
Parçalandık ortada kaldık kimsenin umurunda değil
Evdeler ki kırgınlık çemberini kırmak için battal gazi olmalı
Oda yüreğimizde yok hayallerimizde unutuldu gitti

Kaldık mı kılıbık halimizle ortada
Çıkıp gelmez mi battal gazi kör oğlu
Kara oğlan Tarkan gümüş eyeri ile geri gelmez mi?
Değer verilmedi onlarda gitti artık yüzümüz gülmez mi?

Bıraktığı izlerde kayboldu çoktan silindi


Tezgâhlar'da boylu boyunca bekledim 14 Şubatı
Vitrinlerde para tuzağı kıramadık daha biz o çemberi
Birçok aile silindi ayrıldı arzuların anlamsızlığında
Notalarda pırlanta oldular hissizlikle kutsandı isimleri
Sığınacak bir dergâhımız da yoktur, üstelik

Büyüdükçe kanıyor yaramız
Artık biz bitirdik Senleri benleri bizleri
Bahtı karamış yanık bir kul gibiyiz
Yazmak için ne biz kaldık nede siz kaldınız

 Mehmet Aluç


Neden Mutluluğun Resmini Çizmiyoruz ?


Biz bu gönül kapısını, kapalı tutalım diye mi Rahman bize verdi acaba? Gönül kapılarımız neden kapalı, neden gülümseyerek insanların yüzüne bakmayız?

Bilir misiniz şeytan neden insanları günaha sokar? Gönlü olmadığı içindir? Neden bizlerde şeytanlaşmaya çalışıyoruz? Cevabı olan var mı acaba?

Neden kin, nefret, çekememezlik şakak'larımızdan akar?

Niye şakak'larımızda gülümseme, sevgi akmasın? Gönül kapımız, gülümseyerek neden açık olmasın? Biz insanlara gülümser isek bizde gülümseyerek mutlu olacağız!
Güzelliğin tüm kokan gülleri ile donatılmış gönül kapısını aç, o güllerin kokusunu duy, insanlara ’da gülümseyerek sun…

Gülüşünün rengini güllerden verdi sana rahman, gülümsemez isen solar o güller…

Gülümseyen gönül güzelliğini, sana insanların kalbine çizmek için verdi Rahman, neden mutluluğun resmini çizmiyoruz, hasretin kahrın resmini çiziyoruz?

Baksanıza geçen günler sevgisiz boşa geçiyor, gönül dert sıkıntı içinde çöküyor…
Haydi gülümsemeye… Haydi, gülümseyerek kendimizi ve karşımızdakini mutlu etmeye bir adım atalım.

Gülümseyerek mutlu et dünyayı
Olsun günlerden her gün bayram ayı
Elimizde çaldığımız olsun gönül sazı
Gülümseyerek mutlu edelim dünyayı
Mehmet Aluç


Güzel Kadın Nasıldır? Onu Güzel Yapan Nedir?



Güzellik, bakanın kişinin bakan güzel bakışlı gözündedir. Güzellik, güzel bakabilmek, gönül gözünde olumsuz bakışları silerek, bakmaktır.
  
Kadında güzelliğin göstergesi olabilecek pek çok ayrıntı var. Bence, gözler gülümseyen gözler, sevgi ile bakan gözler en etkili bölgedir. Kadında en çok bakışlar vurguyu güzelliği hissettirir. 

Bir de tebessüm kadının en muhteşem sıcacık güzelliğine binlerce güzellik katar.

Karanlığı ışığa çeviren, şefkatle bakan gözler, kadını güzel yapandır. Yıkık viran gönülleri inşa edende bu gözlerdir.


Mehmet Aluç

Gülümse Çocuk



Üzülme küçük çocuk
Dokunma hasretin teline
Kapılma hasretin seline
Sen sadece gülümse çocuk

Sen şimdi bin ah edersen
Gözlerinde gözyaşları dökersen
Beni seven yok dersen
Ben ölürüm yaşarken
Üzülme sen sadece gülümse çocuk

Dertlerle dilinde çıkar sözlerin
Yarınlara gülümseyerek bakmaz gözlerin
Tutan yok dersin bu yetimliğimle ellerim
Ben varım sen üzülme sadece gülümse çocuk

Şefkatsiz ‘lige şahittir gözlerin
Vefasızlığa şahittir ellerin
Yarınlara yürümez adımların
Ben varım sen üzülme sadece gülümse çocuk

Çocukluk hayallerin yerlerde sürünür
Uzaktan mutluluk sana bak görünür
Umudun yitirme Rahman sana yol gösterir
Ben varım sen üzülme sadece gülümse çocuk

Kul Mehmet’im haydi gel benimle sabırla dayan
Bu ömürde mutluluktan başka her şey yalan
İyilik güzellikten başka nedir dünyada kalan
Ben varım yanında sen üzülme sadece gülümse çocuk

Mehmet Aluç

Hayatta yaşamanın şifresi



Hayat ve yaşam içinde yaşar iken çoğu zaman hayatı anlamsız ve değersiz buluruz. Ve sanki hayat ve yaşam bize ters köşeden, bakıyormuşçasına baktığını düşünürüz. Bizde bu karmaşık anlamsız duygularla, hayata da aynı gözlerle bakar ve yanlışlığın uçurumuna düşer ve yuvarlanır aynı hata ile devam eder gideriz.

Aslında düşünelim, önümüzde kısa bir yol var ve dümdüz olan bu yolu yürümek var, aynı monotonlukta ve aynı duygular içinde, bu yolun sonuna ulaşmak bizi derinde sıkar ve üzer.

Birde bu yolun etrafında dikilmiş yollar ve duyguların var olduğunu düşünün, bunlar hastalık(arkasında şifa) sıkıntılar(arkasında ferahlık) vs… vs bunlar ile biz yol arkadaşlığı yaptığımızı düşünün ve bu anda da yüce Allah’ın, hep bizim ile olduğunu da unutmayalım.

Bu iki adımlık yolu, bu hengâmeler veya içinde değişik duygular ile yolun sonuna yürüdüğümüzü düşünün.

Şimdi hep zenginlik ile yaşarsak bir süre sonra usanacak ve stres ve travmalar yaşayacağız, hep fakirlik ile yaşarsak da aynı travmalar yaşayacağız ama yüce Rahman’ın Lütfü keremi ihsanı… Öylesine sonsuz ki bizleri sıkılmayalım diye bu uğraşları yolumuzun önüne döşemiş ve her an yardımı da hazır ve biz bu yolda bazen sıkılarak, bazen neşelenir bazen üzülür bazen güleriz bazen tökezlenir kalkarız… Bunlar ile yürürüz öyle değil mi?

Ve elimizde sermayesiz mallar ile bunlar mı nedir? Gönlümüzdeki sevgi, kazandıklarımız, yardım, hissiyat… Bu duyguları bu yolda harcayarak kazanç elde ediyoruz ve bunu Lütfü düşünebiliyor musunuz? Şöyle bir dakika düşünün ve aklınız nura ışığa boğulsun! Allah’u Ekber..

Bizden istenilen, bu hayatın yaşamın sonuna doğru yürür iken, elimizde sermayesiz yüceliği sonsuz Allah’ın vermiş olduğu güzellikleri dağıtmak, yardıma muhtaç olanlara yardım ederek, yıkılanı inşa ederek imkânımız dahilinde oda yoksa tatlı bir söz ile… Bu yaşamı sonlandırmak. Bu kadar açık ve basit.

Dağıtmaz ise ne olacak? İçimizde çürüyecek ve onların yanına kin nefret duyguları ile dolduracak ve o güzellikleri boğmuş olacağız ve yolun sonunda elimiz boş gideceğiz ve hiçbir kazancımız olmayacak!

Ama diğer şekli ile bizim olmayan, bize verilen bu nimetleri dağıtırsak hem de yüksek ve karşılığını, dağların bile kaldıramayacağı bir sevap, kazanacağız ve yüceler yücesi Rahman’a, bu ruhu istediği şekilde teslim etmiş olacağız İnşallah.

Ha yolumuza çıkan dikenleri günahları, yüce Rahmandan yardım ile az gayret ile temizleyeceğiz. Bazen yardım geç gelse de istemeye devam, istemeye candan devam. Umutsuzluk hiç yok, fazla güvenmekte yok kendimize, orta karar da olacak ve sadece yüce Rahmana güveneceğiz ve ondan isteyeceğiz.

Yüce Rahman’dan her an her saniye isteyin ama sabırla bekleyin ve yolumuza devam ederek. Bazen de her zaman tövbe kapısında bağdaş kurarak, namaz da secde ile yüceliği sonsuz yüce Allah'ın kapısın da durarak bu hayatın yolunda yürüyerek sonlandıracağız. Umarım karışık anlatmadım.

Bu benim düşüncelerim, öylesine bir fetva falan değil bunlar ve yanlış anlaşılmasın, sizler gibi az biraz karalayarak- yazmayı nasip eden Yüce Allah’ın izni ile- karalayan birisiyim. Günahlarının çokluğuna ağlayan, tövbe kapısında bağdaş kuran, sıkıntılar ve ferahlıklar içinde bazen Rahmanı unutarak bazen de onun ile yürüyen birisiyim. İnşallah.

Anlamayan varsa veya yanlış bir anlatım varsa yazmanızı rica edeceğim. Allah'a emanet olun selam ve dua ile kardeşlerim.


Mehmet Aluç

Umut Dolu Hayatında



Yine sabahın ilk saatinde gidiyorum
Ölümsüz aşkın nağmelerini söyleyerek
Hayallerim benden kaçıyor ben seyrediyorum
Rüyalarım düşlerime gelmiyor benimle alay ederek

Pervasızlığımla dağları sanki deleceğim
Sanki gittiğim o yollarda mutlu olacağım
Rahman nasip ederse mutluluğu bulacağım
Rüyalarım düşlerime gelmiyor benimle alay ederek

Şefkatle gülümseyen karanlığa ilerliyorum
İlerde beni bekleyen yarınlara gülümsüyorum
Beni mutlu edecek yarınlarla yürüyorum
Rüyalarım düşlerime geliyor benimle gülümseyerek

Kul Mehmet var koşarak git yarınlarına
Umutsuzluğu bırak hayatı yaşa sıcağı sıcağına
Umut dolu hayatında kalmazsın tek başına
Rüyalarım düşlerime geliyor benimle gülümseyerek

Mehmet Aluç

7 Şubat 2015 Cumartesi

Kendi Halimde



Vakit gece miydi yüreğim mi gece gibi karanlıktı
Karanlık geceye mi doğmuştu yoksa benim hayatıma mı?
Bilemiyorum ben hiç ışığı görmedim ki yüreğimde
Yüreğim dağların kıyılarında çırpındı durdu
Düşsüzlük ülkesinde hep yaşadım
Düş hiç görmedim
Düş hiç kurmadım
Yüreğimi hicran yangınları alev alev hep yandı
Söndürecek bir su bulamadım
Hep yandım
Hiç sevinemedim
Sevinmek neydi
Kokusu rengi var mıydı?
Bilemedim
Göremedim
Sevinmek beni çağırsa gidemem
Nasıl bir şey bilemem
Onu da mahzun edemem
Göremediğiniz bir yerde ben yaşıyorum
Kendi halimde

Mehmet Aluç

Hızlı ve öfkeli -7-

Beni Şefkatli Yüreğinle Sar














Bu dünyada garip bir yolcuyuz dedim yanına geldim ey endamı güzel, aç gönül kapını al beni içeriye.
Sar beni, ıssız yalnızlık kokan yollardan geldim…
Şimdiye kadar rahmandan başka, saranım olmadı…
Yıllardır sarılmayı özledim, sımsıcak seven gözlerle bana bakılmasının hasretini yaşadım, sar beni karanlık yüreğim aydınlansın, sar yüreğimdeki acıların sesi kesilsin ey güzel.
Yüreğimde her zaman yağmurlar yağdı, sel oldu aldı götürdü annemden duyduğum şefkati…
Beni şefkatli yüreğinle sar, bitir hasretimi özlemlerimi sustur çığlıklarımı ey güzel…
Yıkık viran gönül hanemi, gülüşlerinle yeniden inşa et geliyorum sana doğru aç bana kollarını…
Aç gülümseyen gönül kapını bana, gözlerimde hasretle akan gözyaşlarımı, samimiyetim olarak kabul et.
Aydınlık gönlünle, karanlıkta kalmış gönlümü aydınlat ey güzel.

Mehmet Aluç

Halo Dayı




Vay halo dayı anlatıyorsun yine çocuklara masalları
Kalmadı çocuklarda sıkıntı denilen yarın tasaları
Yemek yerken düşürmezsin elinde tahta kaşıkları
Senden başka eski gönlü şen kalmadı halo dayı

Evinde gaz lambası var elektrik yok sordurmazsın nasılları
Elinde eski bir radyo sadece dinlersin gece gündüz ajansları
Evin çocuk yuvası seversin çocukları açıktır evin kapıları
Senden başka eski gönlü  şen adam kalmadı halo dayı

Televizyon olan eve girmezsin girsen de hal hatır sorar çıkarsın
Mahallenin tüm dertlerine ihtiyar halinle koşarsın yorulmazsın
Yarınlar için çocuklara edeple ders verirsin sorumluluktan kaçmazsın
Senden başka eski gönlü şen komşu kalmadı halo dayı

Minareler gibi sağlam imanınla dağları delersin
Hiç usanmadan kimi görsen sen erinmeden gülersin
Fısıldarsın bazen çocukların kulağına nurdan ilahî nağmeler söylersin
Senden başka eski gönlü şen insan kalmadı halo dayı

Şehadet olmak için gitmişsin tüm savaşlara
Şehadeti tatmadan gazi olarak dönmüşsün memlekete
Namazda secdede gözyaşlarınla yıkarsın seccadeyi
Senden başka eski gönlü şen Allah dostu kalmadı halo dayı

İmanlı gönül güzelliğini karşıdan gelen her insan anında sezer
Zamanında sende aşk ile sevmişsin güzel bir dilber
Bellidir gönlünde hala o sevdiğin dilber rahmete kavuşsa ’da gezer
Senden başka eski gönlü şen aşk ile seven kalmadı halo dayı

Dersin sen hepimize dünya malın peşinde gitmeyin hepimiz Allah kuluyuz
Gönlümüzde dilimizde Kuran Resul ile imanlı olan yolda olmalıyız
İnsanları severek onların dertlerine koşarak yaşayanlar olmalıyız
Senden başka eski nasihat vererek seven kalmadı halo dayı

Kul Mehmet’im bir sabah gidişinle Rahmana yürüyüşünle dondu hayat
Sen gittikten sonra mahallemiz sensiz kaldı yaşantımız oldu bayat
Ah bilmem bundan sonra hayatımıza katan olur mu bir tat
Senden başka eski gönlü şen dostumuz kalmadı halo dayı

Mehmet Aluç

Yayınlarım

Bugünü Elinden Alına Adam Geleceği İçin Ne Yapabilir?

  Bugünü Elinden Alına Adam, Geleceği İçin Ne Yapabilir? Cevaplarınızı bekliyorum. Mehmet Aluç